28 Ağustos 2012 Salı

Mardin İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri

mardin_ilinin_tarihi_turistik_yerleri
Bunları biliyor muydunuz..
- Mardinin Venedikten sonra yapı dokusu bozulmamış 2. şehir konumunda olduğunu;

- 1600 yıllık mabet olduğunu,

- Mardin halkının eski zamanlarda mangal ateşi etrafında Kürsü denilen düzenekle ısındıkları,

- Eski zamanlarda mutfak eşyalarının temizliği için kül, kil ve toprak kullanıldığı,

- Bağımsızlıklarını savaşarak değilde kıvrak zekaları ile kazandıklarını,

- İlk üniversite eğitiminin Kasım Padişah Medresesinde gerçekleştiğini,

- Mardin Müzesinin ilk zamanlarda Patrikhane olarak kullanıldığını, seçim binası, kooparatif binası, sağlık ocağı, çarşı karakolu aşamalarından sonra müzeye dönüştürüldüğünü,

- Gümüş işçiliğinin Türkiye merkezi olduğunu ve bu işçiliğe Telkari adı verildiğini,

- Yemek kültürünün Fransız mutfağından esintiler aldığını,

- Sasani kumandanlarından Mardiusun kendi imar ettiğini,

- Mardinin gecelerinde gerdanlığı andırdığını,

Taşın insan yaşamındaki yerini, insan emeğinin taşı nasıl şekillendirdiğini görmek için dinlerin, mezheplerin harman olduğu Mardine gitmeli. İklimi sert karasal iklimdir. Yazlar oldukça kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Bu sebeple tercihiniz, yaz sezonunda Mardin güzelliklerini yaşamak olsun.

Mardin, mimarisi, sosyal yaşamı, kültürel dokusu ve şehrin kendisi ile gerçekten her göreni büyüleyen bir şehirdir. Mardin yalnız şehir merkezi ile değil, çevresi ile de kültürel bir gezi için ideal bir yerdir.

Mardin gerçek anlamda bir müze şehridir. Bir kalenin üzerine oturtulmuş olan şehir, eski ve yeni olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Mardin in 1960'lı yılların sonunda şehrin tamamının SİT alanı ilan edilmesiyle şehir içine yeni inşaat yapımı yasaklanmıştır.

Mardin de baştan sona yürüyerek 15-20 dakika sürebilecek bir zamanda gezebilirsiniz. Araçların tek yönlü çalıştığı yalnız bir cadde vardır. Kendinizi 16.yy da hissedeceğiniz Mardin anlatılmaz yaşanır...

Önce Mardin kent merkezi içindeki önemli noktaları, evleri, medreseleri, kiliseleri, daha sonra ilçeleri Deyrulzafaran Manastırı başta olmak üzere Dara, Midyat ve Hasankeyf’i içine alan geniş bir alanı gezilmeli. Dünya Süryaniliğinin merkezi olan Deyrulzafaran, su sarnıçları ile Dara ve yine dünyadaki yaşayan arkeolojik birkaç şehirden biri olan Hasankeyf'i de kattığınızda Mardin gezmeye doyulmaz bir şehir olarak karşınıza çıkar.

KIZILTEPE

İlçenin genel görünümü ve Koçhisar (Ulu Camii)

Mezopotamyada sarı taşların egemen rengiyle, güneşin yansıttığı tonların buğday başaklarındaki zengin coşkusuyla gülümser Kızıltepe...

İlçenin en eski adı Dunaysır'dır. Daha sonra Koçhisar adını almıştır. Artukoğulları Döneminde gelişme gösteren kasaba bu dönemde Diyarbakır-Musul ve Urfa-Musul yolu üzerinde önemli bir ticaret merkeziydi.. 1931'de Kızıltepe adıyla ilçe merkezi olmuştur.

2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin kesin nüfusu 121.302'dir. Kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 75.819'dur. Mevcut nüfusun %62 si şehir merkezinde geriye kalan %38'i kırsal kesimde yaşamaktadır.

İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Dikmen, Gökçe, Şenyurt ve Yüceli kasabalarında beş belediye idaresi vardır.

Topraklarının %94'ü tarıma elverişli olan Kızıltepe ilçesinin başlıca geçim kaynağı tarım ve ticarettir. Özellikle son yıllarda pamuk tarımı önemli bir sıçrama göstermiştir. Tarıma dayalı sanayinin beklenen gelişmeyi GAP'ın ilçeye ulaşması ile sağlayacağı bilinmektedir. İlçenin E-24 Karayolu güzergahında olması nedeni ile ticaret sektörü günden güne büyümektedir. İl genelinde bulunan tarıma dayalı sanayi işletmeleri ile diğer fabrikalar Merkez ilçe ile Kızıltepe arasında bulunmaktadır. İlçe yolu güzergâhında havaalanının faaliyete geçmesi ile ekonomik yaşam biraz daha ivme kazanmıştır. Kızıltepe, merkez ilçe dahil olmak üzere bütün ilçeler içerisinde gelişme potansiyeline sahip en büyük ilçedir. İç göçleri kendine çeken özelliği ile bugün merkez ilçe nüfusunu ikiye katlamıştır.

NUSAYBİN

İlçenin Genel Görünümü

Zeynel Abidin Camii

Mor Yakup Manastırından (İç Detay)

Mor Yakupta üçboyutlu taş işlemelerinin, taşları insanüstü bir gayretle sanat harikalarına dönüştüren sanatçıların diyarı Nusaybin ... Dünyaya ışık tutacak bilinmeyen medeniyetlerin tarihinin sedef kakmalı hazine sandığıdır Gırnavaz... Güzelliklerin, tarihin görkemleştirdiği Nusaybin, ovadaki yeşil kilimdir sanki Zeynel Abidine göz kırpan..

2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 81.899 kişidir. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 36.718 kişidir. Mevcut nüfusun %69'u şehir merkezinde geriye kalan %31'i ise kırsal kesimde yaşamaktadır.

İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Akarsu, Duruca ve Girmeli kasabalarında dört belediye idaresi vardır.

Çağ çağ deresinin hayat verdiği Nusaybinde pamuk ve tahıl tarımı önemlidir. İlçemiz çok güzel bir mesire merkezidir.

Nusaybinin bir diğer dikkate değer özelliği de yer altı zenginliğidir. Petrol çıkarılan bölgelerdeki gelişmişlik dikkati çeker. Suriye ile sınır ilçesi olması itibariyle zengin bir sınır ticareti potansiyele sahiptir.

MİDYAT

Midyat'ın coğrafi olarak konumu, doğusunda Dargeçit ilçesi, batısında Ömerli ilçesi, kuzeybatısında Savur ilçesi, kuzeyinde Batman iline bağlı Gercüş ilçesi, güneyinde Nusaybin ilçesi, güney doğusunda ise Şırnak iline bağlı İdil ilçesi yer almaktadır. Bu ad, ibadet edenlerin dağı, diyarı anlamında kullanılır. Bu bölgenin yüzölçümü 10.000 Kmden fazladır.

İlçenin ismi ve ilk kuruluşu konusunda, değişik görüşler bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre, İlçenin adı bir çok değişimlerden sonra Farsça, Arapça ve Süryanice karışımından meydana gelmiş AYNA anlamına gelmektedir.

Başka bir rivayete göre de Midyat, Mağaralar Kenti anlamına gelen MATİATENkelimesinden ismini almıştır. Bu görüşü ileri sürenler, MATİATE isminin Asur yazıtlarında M.Ö. 9.Yüzyılda geçtiğini ifade etmektedirler. Bu görüşe paralel olarak Midyatta ilk yerleşim yerinin mağaralar olduğunu gösteren Elath mevkiinin (Midyata 3 Km. uzaklıkta ve Acırlı Beldesi yakınında bulunan Ziyaret-Mesire Yeri) Romalılar döneminden günümüze kadar geldiği söylenmektedir.

1973 Mardin İl yıllığında İlçenin tarihçesi hakkında şu bilgiler yer almaktadır: Orta Asyadan göçüp Anadoluya gelen Eti Türkleri, Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat Nehirleri arasında yer alan ve verimli topraklara sahip olan bölgeye yerleşmişlerdir. ( M.Ö. 2000 yıllarında ) Bölgeden geçişleri sırasında Midyatı büyük bir mağara şehri halinde kurup, hayvanlarını da burada barındırmışlardır. Midyat'ın altındaki mağaralar o devirlerde barınak olarak kullanılmışlardır. Bu mağaraların birbirleri ile bağlantıları vardır. Daha sonraları bu bölgeye Orta Asya Türklerinin öncü göçebeleri olan Komuk Türkleri gelip yerleşir.

Bölgeye gelip yerleşen Komuklar, asırlarca Asurilerle savaşmışlardır. Bu dönemlerde Asurilerin birkaç defa bölgeyi ele geçirdiği görülmektedir. Ancak bu istilaları pek uzun sürmez ve her defasında çekilmek zorunda kalmışlardır. Nitekim Asur Hükümdarı Tıglatninip zamanında Komuklar, tamamen duruma hakim olmuşlardır. M.Ö. 500-100 yılları arasında bölge, değişik kavimlerin istilasına uğramıştır. Makedonyalılar, Persler, Romalılar bu bölgede hüküm sürmüşlerdir. Midyatın asıl meskun hale gelişi veya bölge olarak kuruluşu Selefkuslar devrine rastlamaktadır (M.Ö.180 Yılları).

M.S. V. yy kadar Hıristiyanlık bölgeye hakim olmuştur. VI. asırdan sonra, İslamiyet in yayılışı ile birlikte Arap akınları başlamış ve VII. yüzyılda Halit B. Velid orduları bölgeyi fethetmişlerdir. Abbasiler döneminde bölgede imar ve kalkınma hareketleri görülmüştür. Midyat köylerinin ekserisi Harun El Reşit döneminde kurulmuştur. Harun El Reşitin oğlu Memunun Türk-Arap karışımı olarak kurduğu büyük bir ordu Cizre-Mardin eski patika yolu boyunca yüz karakola yerleştirilmiştir. Mahalmiler böyle doğmuşlardır. Midyat ve çevresindeki köylere verilen MAHALMİ adı buradan gelmektedir. Mahalmi; yüz mahalle, yüz yer, yüz ordugah anlamına gelir ve bugün de Cizreden Mardine kadar eski patika yolu, özellikle eski Bağdat yolu üzerindeki (bu kervan yolu üzerindeki) bu köyler, Türkçe, Süryanice ve ağırlıklı olarak Arapça karışımı Mahalmice diye tabir edilen bir dili konuşur. Bu köyler: Söğütlü, Şenköy, Acırlı, Çavuşlu, Sarıkaya, Gelinkaya, Düzgeçit, Ovabaşı, Ziyaret, Estel Kesimi, Yolbaşı, Sarıköy, Düzova, Yayvantepe, Eğlence, Pelitli'dir.

Mahalmice konuşan bu köylerimizin sakinleri konusunda başka görüşler de vardır. Bir görüşe göre bunlar, Necef Çölünde yaşayan cengaver ve savaşçı Benihilal kabilelerinden. Büyük bir kısmının Orta Asyalı Türklerden olduğu da rivayet edilir. Cizre ile Mardin arasında Midyat bölgesinde yerleştirmekle Bizansa karşı hem savunma hem de futuhat politikası takip etmiş olan Memun, Estel Camiini ve Derizbin (Acırlı) Camiini inşa ettirmiştir. Prof. H. Hollerweger e göre, Mardinin doğusuna ve Midyatın batısına düşen Mhalmoyenin bir çok büyük köyü, 1209 yılından önce Hıristiyanlıktan İslamiyete geçmişlerdir

XI. yüzyılda Artuk Devleti genişleyerek, batıda Halep, doğuda Musul ve Bitlis, Kuzeyde Harput (Elazığ), güneyde Darzuru içine alır.İşte Midyat da, bu dönemde Mardin, Hasankeyf ve Musul eyaletleri arasında irtibat vazifesi gören bir bölge olarak en parlak devirlerinden birini yaşamıştır. Bu tarihte bölgenin merkezi Derizbin ( Acırlı ) köyüdür. Derizbin beyleri Artukoğullarına bağlı yarı müstakil bir beylik olarak hüküm sürüyorlardı. Mervaniler ve Eyyübilerden sonra Midyat 1535 yılında Bıyıklı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından ele geçirilmiştir. 1838 yılında Diyarbakır Valisi Ali Paşa tarafından ziyaret edilen Midyatta, bir redif taburu teşkil edilir.

1810 yılında ilçe olan Midyat, 1915te Cevat Paşa tarafından imar görülmüştür. Askeri Kışla, Cevat Paşa Camii ve Ulu Camii bu dönemde inşa edilmiştir.

2000 yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ;56.669i merkez, 71,416 i köy olmak üzere toplam ilçe nüfusu 128 085 dir.Son yıllarda İlçe merkezine köylerden ve çevre ilçelerden yoğun bir nüfus göçü yaşanmaktadır.

ÖMERLİ

Yapılan bir araştırmada şu bilgilere yer verilmiştir. "Bugünün Ömerli ilçesi'nin (eski adıyla Maserti köyü) kimin tarafından ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yapılan arkeolojik çalışmalara göre ilçe merkezi ile Beşikkaya (eski adıyla Fafit) köyünün taş kemer, kubbe mimari yönünden benzerlikleri ilginçtir. Bu mimari tarzını ilk olarak kullanan uygarlıklar Sümerler ve Asurlulardır. Tarihte Yukarı Mezopotamya olarak anılan ve Ömerli'yi de içine alan coğrafyada Asur Devleti kurulmuştur. İlçedeki Yaylatepe (Hıbatok), Göllü, İkipınar, Beşikkaya (Fafit), Maserti harabeleri incelendikçe bu yerleşim yerinin çok eski olduğu bölgenin Asurlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Türk İslam Devletlerinin hakimiyetinde kaldığı zaman zaman elde edilen paralardan ve heykellerden anlaşılmaktadır.

İlçe merkezinde tarihi eser olarak Süryanilere ait Süryani Kadim Mor Cırcıs Kilisesi vardır. Ne zaman kurulduğu belli olmayan bu kilise restore edilerek ibadete açılmıştır. Ömerli İlçesi ve çevresi için elde edilen belgelerin en eskileri Asurlara aittir. M.Ö. 1305 - 1274 tarihlerinden kalma kitaplarda Kaşinarı Dağları'ndan bahsedilmektedir. Bahsedilen bu yer Turabin'i yani Midyat, Ömerli, Mardin ve Cizre Bölgelerini kastetmektedir. Daha sonraki Roma ve Bizans kaynaklarında (Yunan yazarları Arrıanus ve Ptolemaeus'un eserlerinde Masion Dağı tabiriyle Mardin-Midyat Havzası'ndan bahsedilir. Bu havzanın en önemli merkezi de muhakkak ki Fafit (Beşikkaya Köyü) şehridir. M.S.589 tarihinde bu mıntıkada toplu halde Süryani, Nasturi, az miktarda Kildani ve Mahalmi yaşamıştır. M.S.1609 yıllarında Patrik Sotfo zamanında Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Şehrin bir kaç devre geçirdiği yapılan kazılarda alt alta çıkan birkaç bina temelinden anlaşılmaktadır.

Bu kazılar esnasında mozaik tabanlı evler, kuyumculuk sanayinde kullanılan beyaz toz, Asur, Pers, Bizans, Arap ve Osmanlı Devleti'ne ait çeşitli paralar, heykel ve heykelcilik, kilden testi ve küpler üzerindeki çeşitli motifler, resimler, süs eşyaları arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen ürünlerdir. Bilhassa Sümer ve Asurlular heykeltıraşlığa ve kral heykellerine önem verdiği için kazı neticesinde heykellere fazla rastlanması şehrin kuruluşunu eski tarihlere götürür. 1071 Malazgirt meydan muharebesinden sonra doğudan gelen Türk akıncıların, batıya geçerken bu yörede kaldıkları Süryani Kadim tarihinden anlaşılmaktadır.

1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim Han'ın Mercidabık ve Ridaniye Savaşlarından sonra Mardin ve yöresi Osmanlı İmparatorluğuna ihlak olmuştur. Zamanla Türkleşmişlerdir.

Ömerli ilçesi (Maserti köyü) Cumhuriyet ilk yıllarında Savur'a bağlı bir bucak iken 1953 yılında ilçe olmuştur.

2000 yılı Ekim ayında yapılan Genel Nüfus tespiti sonuçlarına göre İlçenin Merkez Nüfusu 7.353, köylerin nüfusu 8.609 olmak üzere toplam nüfus 15,962 kişidir. İlçe Nüfus Müdürlüğü Kütükleri incelendiğinde Cumhuriyetin ilanından sonra düzenli nüfus kayıtlarının tutulmaya başlandığı tarihten bu yana Ömerli İlçesinin çeşitli idari yapı ve bağlılık değişiklikleri söz konusu olmakla birlikte, yaklaşık yüz otuz bin kişinin kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Nüfusun %49’u Erkek, %51’i kadındır.

İlçe merkezi (Ömerli), İl merkezine (Mardin) 28 Km uzaklıkta ve il merkezinin doğusunda kalmaktadır. İlçe, doğusunda Midyat, batısında Yeşilli, güneyinde Nusaybin ve İl merkezi, kuzeyinde Savur ilçesiyle komşudur. İlçenin toplam yüzölçümü 409 km2 kadardır.

İlçe sınırları içindeki arazi yapısı, birbirlerini izleyen ters tabakalar şeklinde olup, genel olarak kuzey-güney doğrultusunda bölünmüş derelerin etrafındaki rakımı 1100 ile 800 metre civarındaki tepelerden meydana gelmektedir. Arazi yapısı kapalı olup, boyu 0.50 metre ile 3.5 metre arasında değişen meşelik bitki örtüsüyle kaplıdır. Bitki örtüsünün yoğunluğu kuzeye doğru azalmaktadır. İlçe sınırları içerisinde kaynak veren derelerin de yardımıyla vadilerdeki kısmen düz araziler sulanabilmektedir. İlçede karasal iklim yaşanmaktadır. Yaz aylarında sıcaklık ve yağış düşüklüğü, kış aylarında sert soğuk ve kar yağışı gözlenmektedir.

GAVUR FIRINI

İlçe merkezinin kurulu bulundu dağ eteğinin doğu tarafında sıra sıra devam eden dağ yükseltilerinin güneydeki uzantısıdır.Sıra yükseltilerinden geniş bir ayrık ile ayrılmış olup yükseltinin ortasından daire şeklinde oyularak derinliği bu güne kadar ölçülmediği söylenen bir kuyu şeklindedir.
Dağın diplerine doğru inen kuyuya bu güne kadar bir çok inme deneme girişimine rağmen gittikçe genişleyen bir çapa rağmen, tam dibe inme girişimini kimsenin başaramadığı söylenmektedir. Kuyunun yörede Gavur Fırını olarak anılması bir çok söylentiye ve rivayete neden olmuştur.
Eğer macera ruhlu iseniz ve rivayetlere pek inanan biri değilseniz Gavur Fırını tam size göre, İlçemizi ziyaretinizde Gavur Fırınını mutlaka görün...

HZ.SİN VE HZ.SEYDOŞ TÜRBESİ
Hazreti Sin ve Hazreti Seydoş İslamiyeti yaymak amacıyla bölgeye gelen ve bu bölgede yaptıkları savaş sonucun da şehit olduğu sanılan iki kardeştir. Hz. Seydoş'un mezarı Derinsu köyünde bulunmakta ve bu tarihi mezarlık zaman içinde mezar hırsızlarınından dolayı harap olmuş durumdadır.
Mezarların mimari yapısı oldukça dikkat çekicidir. Bu çekicilik nedeniyle altın ve değerli eşyaların olduğu sanılarak tarihinin eskilere dayandığı bilinen fakat yeterli bilgiye sahip olmadığımız türbelerden bu güne kadar bir kaçı dayanabilmiştir.
Hz. Sin türbesinin bulunduğu yerdeki membanın akıcılığı ilginçtir. Bazen hiç kurumayacak gibi akan memba, bazı zamanlarda ise sanki hiç su akmamış bir kaynak görünümü vermektedir. Kız kardeşleri olarak bilinen Zîne'nin türbeside Hz. Sin türbesinin yaklaşık 700 metre kuzeydoğusudadır.
Çevre il ve ilçelerden oldukça ziyaretçi akınına uğrayan türbeler görülmeye değer bir yerdir.
Hz.Sin ve Seydoş türbeleri tavsiye edebileceğimiz görülmeye değer yerlerdendir

BABA ÖMER TÜRBESİ ve MEMBASI

Ballı , Alagöz ve Dumluca Köyleri arasında bulunan yatır ve iki ayrı yerden yüzeye çıkarak doğa ile kucaklaşan su kaynakları ile bölge insanın gönlünde ayrı bir yeri vardır. Bu su kaynakları yörede"Baumbar" olarak bilinir. Kaynakların etrafı söğüt ağaçları ile çevrili olup, piknik alanı olarak kullanılmaktadır. Buradan çıkan su ile Ballı, Beşkavak ve Dumanlı köylerindeki bahçe ve tarlalar sulanmaktadır. Bu piknik alanının bulunduğu yerde Babaömer adlı İslam ordularının sancaktarı olduğu sanılmaktadır. Babaömer'in mezarının olduğu çevrili alanın tavanının bir çok kere inşa edilmesine rağmen bilinmeyen bir nedenle çöktüğü söylenmektedir.
Kaynaklara ismini veren yatırda gömülü bulunan kişinin Rebet Kalesini kuşatan ve bu kuşatma sırasında yatırın bulunduğu yerde şehit olan İslam Ordularının sancaktarı olduğu sanılmaktadır.
Nasıl Gidilir: Birçok güzergahtan gidilmesine rağmen en fazla tercih edilen yol, araba ile Derik'e 13 Km mesafede bulunan Alagöz Köyü'ne, Köyden de yaklaşık 1,5 km güneybatı yönünde bulunan piknik ve ziyaret alanına gidilerek ulaşılır.

RABAT KALESİ

Derik İlçesinin 15 Km batısında ve Hisaraltı Köyü sınırları içindedir. Köyün kuzeyinde dar bir vadinin doğusunda 150 metre kadar yükseklikte bir tepenin üst düzlüğünde kurulmuştur. Sert kalkerli bir tepenin üzerinde kurulan Rabat Kalesi, Artuklu devrinin en büyük eserlerinden biridir.
Kalenin 1500 M çevresi, 15 burcu ve dört köşesinde dört gözetleme kulesi vardır. Burçların yüksekliği 15, surların yüksekliği ise 10 metredir. Bazı yerlerde surların yüksekliği 20 metreyi bulur. Kalenin doğuda ve batıda iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan kale içine girildiğinde , iç kalenin iki müdafaa duvarı ile tahkim edilmiş olduğu görülür. Bu üç müdafaa duvarları iç içe kapı ile birbiriyle irtibatlıdır. Kalenin üstü dümdüz bir alan görünümündedir. Binalar yer altında inşaa edilerek üstü toprak ile örtülmüştür. Düzlük yerlerde stun başları ve aslan kabartmaları görülmüştür. Yer altındaki saray kalıntıları, erzak ambarları, su sarnıçları ve bina kalıntıları bugune kadar sağlam kalmıştır.
Nasıl Gidilir: Araba ile Derik'e 14 Km batısında bulunan Hisaraltı Köyü'ne, Köyden de yaklaşık bir km kuzeye doğru yürüyerek kale ve şehir harabelerine ulaşılır.
Kale ve vadideki şehir kalıntısı muteşem görüntüsü ile adete davetkar bir misafir perver evsahibi görüntüsünde olup, kesinlikle görülmeye değer bir tarihi mirastır.

DERAMETİNAN KALESİ
Yakın dönemlere kadar Derik ilçe sınırlarında iken, kalenin bulunduğu Gümüşyuva köyü daha sonra Mazıdağı ilçesine bağlamıştır. Derametinan kalesi Derik'in 20 Km kuzey batısında Gümüşyuva köyünde bulunmaktadır.
Kale Bizanslılar devrinde 150 metre yüksekliğinde bir tepenin üst düzlüğünde kervan yoluna hakim bir noktada yapılmıştır. 8 burçlu gözetleme kulesi mevcuttur. Kuzeye açılan tek kapısı mevcut olup bu kapıdan genişçe kale meydanına varılır. Kalenin içinde su sarnıçları, erzak ambarları ve ev kalıntıları bulunmaktadır. Bugün harap bir şekilde olan kalenin gözetleme kulesi 20, burçlar 15, surlar ise 10 metre yüksekliğindedir.
Eskiden kalenin bulunduğu bölgede altın ve gümüş çıkarıldığı, bu günlere kadar uzanan rivayetlerde söylenmektedir.

KANCO ŞATOSU
Derik ilçesinin güney batısında 30 km uzağındadır. Kasr avrupalıların şato, Türklerin konak dedikleri biçimde müstahkem tarzdaki yapılardır. Eskiden asayiş temini zordu ve derebeyliklerin birbirlerine karşı husumetleri de vardı.Sık sık birbirlerinin topraklarına saldırır çatışmalar yaparlardı. Onun için bu kasırlar bir küçük kale gibi çok müstahkem inşa edilirlerdi.Bu tip kasırlar Urfa ve Mardin bölgesinde pek çoktu. Bu gün yalnız Kesra Kenco olarak bilenen şato tam olarak muhafaza edilmektedir.
Mardin - Urfa yolunun 67. km' sinden sola ayrılan 1 km sonra Kesra Kenco'ya ulaşılır.Kesr hicri 1120-miladi 1705'te inşa edildiği ve hicri 1320-miladi 1905 yılında Hüsén'é Kenco tarafından yenilendiğini kapı üzerindeki hitabeden anlaşılmaktadır. Kesr 300 m çevresinde etrafı dört köşe surla çevrilerek müstahkem bir kale şeklinde inşa edilmiştir.Kesr'ı çevreleyen surun kalınlığı 80-90 cm dir. Şatonun dört köşesine dışardan gelecek olan tehlikeleri gözlemlemek amacıyla birer gözetleme kulesi inşa edilmiştir. Kuzey ve batıda olmak üzere iki kapısı vardır.
Esas bina dört katlı tonus usulü taşla inşa edilmiştir. Odalar genellikle tonuslu sütunlar üzerinde yarım kavisli kemerlerle tavana, bu kemerler üzerine birer iç kubbe halinde toplanarak her dört hattın üstü kesme taşlarla dam örtülüdür. Dam kısmının dört yönünde birer gözetleme kuleleri vardır.Dört katın duvarlarına ve damın üzerindeki 1.5 -2 m'lik ihate duvarının etrafına yarım metre de bir mazgal deliği konulmuştur.Müdafaa için tedbirler alınmış, kesr'ın 2.katında bugün kiler olarak kullanılan ve ifadelere göre, eskiden cami olduğu bildirilen bir odanın kapı kısmı da dahil, yan pervazeler siyah bazalt taşından yekpare olarak çıkarılmıştır. Üst kısmına konan yekpare bir taş üzerine bir iki satır eski roma çivi yazısı görülmüştür.
Kapı 30 cm kalınlığındadır. Kapının taştan olmasına rağmen o kadar kolaylıkla açılıp kapanıyor ki, bir insan tek parmağı ile hareket ettirebiliyor. İfadelere göre,bu taş kesr'ın doğusunda ve 3 km uzağında bulunan kerküşti harabelerinden çıkarılarak getirilmiş ve buraya yerleştirilmiştir. Taş kapı eski roma kiliselerinin kapılarından bir tanesidir.

DERİNSU MAĞARASI
Derinsu Köyü'nde bulunan mağaranın doğal bir yapısı bulunmaktadır. Ovuk kısmı doğal olaylar sonucu oluşan mağaranın nasıl ve ne kadar sürede şimdiki şeklini aldığı bilinmemektedir. Mağaranın içindeki göl şeklindeki su, akarsu oluşturarak çeltik tarlalarına akar. Gölün genişliği 13, uzunluğu da yaklaşık 30 M dır. Mağaranın tavanının ortasında bulunan bir yarıktan ikinci bir mağaraya geçilir. Üsteki mağara daha önce köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılmakta iken, zamanla teknolojik gelişmelerin kolaylıklarına alışan köylüler tarafından bu amaçla kullanılmamaktadır.
Mağaradan çıkan su yazın çok düşük sıcaklık derecesine sahip olduğundan İçecek ve bazı yiyeceklerin soğutulmasında , sıcak havalarda buharlaşan suyun soğuk neminden insanlar mağarada dinlenerek adeta doğal bir klima serinliği şeklinde faydalanmaktadırlar.
Nasıl Gidilir: Derinsu Köyü Derik ilçe merkezinin batısında yer alıp, 24 Km uzaklıktadır.
Derinsu Mağarası Derik'in mutlaka görülmesi gereken doğal güzelliklerinden biridir.
Ola ki sıcak bir yaz günü yolunuz Derinsu Köyüne düşerse ve sıcaktan bunalmış bir halde iseniz, anlatıklarımızda ne kadar haklı olduğumuzu ve doğanın insanlara ne kadar özveride bulunduğunu göreceksiniz....

FİTTAR HARABELERİ
Derik ilçesinin bugünkü adıyla Pınarcık (Fıtné) Köyünde bulunmaktadır. Harabeler ilçenin 13 km kuzeybatı yönündedir. Kuzeyden güneye doğru uzayan,gittikçe genişleyen bir vadi içinde 1 km uzunluğunda, 500 m genişliğinde büyük bir şehir kalıntısı vardır.
Harabeler arasında saray,kilise ve bir çok bina kalıntıları halen mevcudiyetini muhafaza etmektedir.Bilhassa büyük kilise harabesini gösteren tarafta üzerinde haç işaretleri bulunan büyük yekpare taşların maharetle yerleştirilmesi ve insan gücü üzerinde yapılan inşaatlarda kullanılan taşlar üst üste yerleştirilmesi ve bu şekilde birbirlerine kaynatılmış gibi yekpare taşlarla büyük binaların meydana getirilmesi görülmeye değer bir durum arz etmektedir.
Bu şekilde yapı ve mimari tarzını ancak Bizans (roma) stillerinde görüldüğü ve fittar şehrininde Bizans (roma) devrinden kalma bir harabelik olduğu sanılmaktadır. Fittar şehride gerek doğa gerekse define avcıları ve hırsızları karşısında boyun eğmiş ve harabe adı ile anılır olmuştur.

MAZİDAĞI

Mazıdağı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Dicle Bölümünde Mardin ilinin 47Km kuzeybatısında, 1030-1090 metre yükseklikte ve adını aldığı dairevi dağlar serisinin orta yerindeki düzlükte kurulmuştur. Daha önceleri Savur ve Derik ilçelerine bağlı bir bucak iken 9 Haziran 1937 tarihinde ilçe statüsünü almıştır. İlçe 869 Km lik bir alana sahip olup, 50 köy ve 14 mezrası bulunmaktadır.

İlçede genel olarak halkın geçin kaynağı tarım ve hayvancılık faaliyetle-ridir. Ancak ilçe merkezinin 17 Km kuzeybatısındaki fosfat yataklarının 1976 yılından sonra işletilmeye başlanması ile önemli bir çalışma alanı durumunu almıştır.

İlçe, Ulaşım koşulları bakı-mından yetersiz bir durum göstermektedir. İlçeyi köy-lerine bağlayan yollar mevcutsa da yolların büyük kısmı toprak tesviye ve ham yol olduğundan kış aylarında ulaşım güçleşmek-tedir. Derik; ilçesine 24 Km ,Mardin iline 47 Km ve Diyarbakır iline ise 72 Km'lik asfalt bir yolla bağlanmıştır.

Mazıdağı ilçesinin tarihi özel olarak araştırılmamış ancak yakın çevresindeki büyük yerleşim yerlerinin tarihinden elde edilen bilgiler ışığında açıklanabilmektedir. Buna göre ilçe merkezinin bir yerleşim yeri olması Bizanslılara kadar uzanmaktadır.İlçenin eski adı ' Şamrah " olup yerleşim yerinin Çam yolu üzerinde olması nedeni ile bu ismi almıştır. İlçenin 3 Km güneybatısındaki sarp bir tepenin üzerinde kalıntılarına rastlanan Safran Kalesi ve kalenin çevresindeki harabelerden anlaşıldığına göre,Bizanslılar döneminde Diyarbakırı Şama bağlayan yol üzerinde kurulma olan bu yerleşim yerinin halkı Süryani dinine mensup idi. V. ve VI. yüzyılda Sasaniler ile Bizanslılar arasındaki savaşlarda Mardin ile birlikte bu iki kavim arasında bir kaç kez el değiştirmiş olan Şamrah VII. yüzyılda Arapların eline geçmiş Hıristiyan Halkın büyük bir kısmı .Müslümanlığı kabul etmiştir. Süryani olarak kalan kesimi se 1392' de Timur'un istilasından sonra Mardine göç etmiştir.

Yavuz Sultan Selim 1514 de Şah İsmail'e karşı kazandığı Çaldıran savaşından kısa bir süre sonra D.Bakır ve Mardin illerini ele geçirmek ile bu yerleşim yerlerini de Osmanlı Devletine katmış oluyordu.

Ayrıca şu anda harabe durumunda bulunan Derametinan kalesi çok eski bir yapı olduğu,Timurlenk tarafından Mardin ve Diyarbakırın alınışı sırasında bölgeye yaptığı keşifte ve kendisine geçit vermeyen Derametinan kalesinin fethini istemişti. Kale 150 Metre yüksekliğinde bir tepenin üzerinde kartal yuvası gibi kurulmuş güneyden kuzeye doğru uzanan vadiye ve kervan yoluna hakim durumda idi. Timurun orduları kaleyi ancak 20 günde zaptederek geçit sağlayabilmişlerdir.Kalede 150 kişilik bir kuvvet bulunmakta ve saldırılara karşı koyabilecek bir tarzda inşaa edilmiştir.Bir Bizans eseri olan bu kale günümüzde bir harabe durumunda bulunmaktadır.

İlçe sakinlerinin daha önceleri Hıristiyan olduğu ve burada çeşitli aile guruplarının yaşamış oldukları bilinmektedir. Bunlar Cançoyi, Yakupli, Bileçki ve Hani ile Kulptan gelenler ile birlikte dört ayrı aile gurubu olarak günümüz kadar bu sosyal yapıyı sürdüregelmislerdir.

Mazıdağı ilçesi daha önce Savur ilçesine ,ardından da Derik ilçesine bağlı bir nahiye iken 9 Haziran 1937 yılında ilçe statüsüne getirtilmiştir. İlçe "Şamrah" ismini Diyarbakır dan Şam'a giden kervan yolu üzerinde oluşu nedeni ile almıştır. " Şamrah " Kelimesi Şama giden yol anlamındadır. Mazıdağı ismi ise ,etrafının dağlarla çevrili olması ve bu dağların mazı ağaçları ile kaplı oluşundan almıştır.

2000 Yılında yapılan Nüfus tespitine göre ilçemizin toplam nüfusu 32.443 'tür.13.102 'i ilçe Merkezinde,19.341 'i Köylerimizde yaşamaktadır

DARGEÇİT

Dargeçit ilçesi, ülkemizde eski ve yeni uygarlıkların iç içe yaşadığı nadir ilçelerden biridir. Yukarı Mezopotamya uygarlığının merkezlerinden olan Dargeçit, kuruluş yeri ve mimari özellikleri olarak dünyada eşine çok az rastlanan bir yapıya sahiptir.

Hıristiyanlık öncesi ve sonrası çağlara ait uygarlık eserlerin, Türk İslam kültürü ile kaynaşarak günümüze kadar gelmesi,güzel bir sentezin ifadesi olarak görülebilir.

Dargeçit ve havalisine ait elde mevcut tarihi belgelerden en eskileri Asur Kralı I.Adad Nirari ve oğlu I.Salmanasır zamanlarına rastlar. Bu iki hükümdar devrinden kalma "Kaşairi Dağları " adı ile anılan mıntıkanın Tur Abidin, yani Mardin-Dargeçit bölgesi olduğu bilinmektedir. Bu havali ile ilgili diğer bir coğrafi deyim "İzala" dır. Bölgede bulunan çivi yazılı tabletlerde ve Bizans, Roma kaynaklarında Mardin-Dargeçit eşiğinin güney yamaçları İzala olarak tabir edilir. Milattan sonra II.yüzyılda Yunan yazarlarından Arrianus ve Ptolemaevs bahsedilen Masios dağı da Mardin-Dargeçit arasındaki coğrafi bölgeden bahsetmektedir.Milatan sonra IV.yy tarihçilerinden Antakyalı Ammianus Mercellinus eserlerinde Mardin-Dargeçit arasındaki coğrafi bölgeden bahsetmektedir.Bu da Dargeçit tarihinin çok eskilere dayandığını göstermektedir.

Dargeçit ilçesinin tarihi, Türklerin Ortaasya'dan göçüp Anadolu'ya gelmeleri ile başlar. Orta Asya'dan göç eden Türklerin bir kısmı Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan yere yerleşmişlerdir. Anadolu'ya gelen Türkler "Eti" Türkleridir. Etiler(Hititler) Orta Asya'da iken çobanlık ve tarımla uğraştıklarından gittikleri yerlerde de bu işle uğraşmak için verimli toprakları ve su boylarında kendine yurt edinirler. Eti devletini kuran Mitanni'ler bölgeden geçerlerken, hayvanlarına barınak yeri yapmışlardır. Daha sonra Orta Asya Türklerinin öncü göçebeleri olan konuk Türkler bölgeyi ele geçirmişlerdir. Konuklar asırlar boyunca hakim olmayı başarmışlardır.

Milattan önce 500-1000 yılları arasında bölge bir çok kavimlerin istilasına uğramıştır.Makedonyalılar, Persler, Romalılar, bölgeden gelip geçmişlerdir. Dargeçit ilçesinin asıl meskun bir hale yani bölge olarak kuruluşu bu devreye ve özellikle "Selefkuslar" devrinden başlar. Milattan sonra 5.yy kadar Hıristiyanlığın bölgeye hakim olduğu görülür. Ancak İslamiyet'in yayılışı ile birlikte Arap akınları başlamış, VII.yy' da Halit İbn-i Velid komutasındaki Arap orduları bu bölgeyi ele geçirmişlerdir. Abbasilerin bölgeye hakim olmalarıyla imar hareketine başlamış, Harun Reşit zamanında Dargeçit ve köylerinin çoğu kurulmuştur.

Milattan sonra X.yy'da Büyük Selçuklu devletinin yıkılışı ile birlikte bölgeye Artuk'lular hakim olur. Melik Sökmen devrinde (II.yy) Artuklu devleti gelişerek batıda Halep, doğuda Musul ve Bitlis, kuzeyde Harput (Elazığ), güneyde Darzoru'ya kadar hakim olur.

1401 yılında Timur'un Mardin'i istila edip Artuklu hükümdarı Sultan İsa'yı esir alıp Semarkant' a götürmesinden sonra Artuklu devletinin bölgedeki hakimiyeti sona erer. Timur, Sultan İsa'yı vergi ödemek şartıyla bırakmıştır.

Dargeçit ilçesi 1986 yılına kadar Mardin ilinin Midyat ilçesine bağlı bir nahiye iken 1987 yılında çıkarılan 3392 sayılı kanunla Midyat ilçesinden ayrılarak ilçe statüsünü kazanmıştır.

Dargeçit, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güneyindeki Mardin iline bağlı şirin bir ilçe merkezidir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 550 km2'dir.Ortalama rakım 900m civarındadır.Doğusunda Şırnak ilinin Güçlükonak ilçesi, batısında Midyat, Kuzeyinde Batman iline bağlı Gerçüş, güneyinde ise Şırnak iline bağlı İdil ilçesi bulunmaktadır.

2000 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Dargeçit ilçesi genel nüfusu 26.240 'dır. 1990 yılından sonra göç eden köylerin ilçe merkezine yerleşmesiyle ilçe merkezinin nüfusu artmıştır.

SAVUR

Savur İlçesi tarihi bir dokuya sahip, Mardine benzeyen şirin bir ilçedir. Dağ yamacına kurulu hükümran konumu ve binalardaki taş işçiliğinin mükemmelliğiyle dikkat çeker. Mezopotamyaya hakim olan kavimler burayı da etkilemişlerdir. İlçenin tarihi Etilere kadar uzanmaktadır. Roma ve Bizans İmparatorluğu hakimiyetinin, Sasani ve Melikşah dönemlerini yaşamış olan ilçemiz il merkezine 47 km. uzaklıktadır. Savur ilçesinin merkezi, Kalesi, Kaya evleri, Eski Ulu Camii, Romaniye ve Mor Yuhanın(Dereiçi Köyü) Kiliseleri, Türbeler ve Başkavak Köprüsü ile adeda usta bir el tarafından işlenmiş tarihi bir site görünümündedir.

2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 11.240'tır. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 29.866'dır. Mevcut nüfusun %27'si şehir merkezinde geriye kalan %73'ü ise kırsal kesimde yaşamaktadır.

İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Pınardere, Sürgücü, Yeşilalan kasabalarında dört belediye idaresi vardır.

Kavakçılık, tahıl ekimi, bağcılık, sebzecilik önemli gelir kaynaklarıdır. Fıstık ve kiraz yetiştiriciliği gelecek vaadetmektedir. Yörenin tek Şarap Fabrikası atıl durumdadır. Savur, dünyaca ünlü üzümler diyarıdır.

YEŞİLLİ

Köklü bir tarih, genç bir ilçe, cennetin güzel meyvelerini kıskandıran kiraz bolluğu ve misafirperverlik... Mardin merkezinin kuzeydoğusunda yer alan Yeşilli, doğanın cömertçe oluşturduğu yemyeşil bir vadinin içinde mesire yerleriyle ün salmış bir ilçemizdir. Romalılar devrinde yapılmış su kanalları, çeşmeler, bentler ve değirmenler görülmeye değerdir. Bahçe kültürü son derece gelişkin olan ilçede yeşillikler içinde kasırlara rastlamak mümkündür.

2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 30.000'dir. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 2.337'tür. Mevcut nüfusun %93'ü şehir merkezinde geriye kalan %7'si ise kırsal kesimde yaşamaktadır.

TELKARİ

SADECE MİDYAT'A ÖZGÜDÜR TELKARİ EL EMEĞİ GÖZ NURU ENFEZ BİR SANAT ANLAYIŞI

Telkari'ye aynı zamanda 'vav işi' de denilmektedir. Bu isim, Osmanlıca
vav harfinin, uygulamada motif olarak sıkça kullanılmasından dolayı verilmiştir. Ayrıca bu sanata çift işi diyenler de vardır. Bu ismin kaynağı ise, işin yapımı sırasında parçaların teker teker biraraya getirilmesinde kullanılan, cımbıza benzer, ancak ucu daha ince olan ve 'çiff ' olarak isimlendirilen alettir. Bu iki isim de genellikle sanatkarlar, arasında kullanılır.

Bir çok geleneksel sanatımızda olduğu gibi, telkaride de sanatkar işinde kullanacağı her türlü malzemeyi kendisi yapmak zorundadır. Yani, usta telkaride kullanacağı telleri kendi atölyesinde hammaddeden elde etmektedir. Öyle ise biz de, bu sanat dalımızı anlatmaya, kullanılacak telin yapımıyla başlayabiliriz.

Ocakta pota içerisinde eritilen maden (bu işte en çok kullanılan maden gümüştür, bazen altın ve başka madenler de kullanılır) çubuk haline getirilmek için kalıba dökülür. Yapılacak işin şekline göre çubuk döküm, üzerinde genişten dara doğru delikleri olan çelikten yapılmış haddeden geçirilir.

Çalışmaya önce muntaç yapımıyla, yani ana iskelet kurularak başlanır. Muntaçın tel kalınlığı motiflerin tel kalınlığının iki katıdır. Muntaçdan soma ara boşluklar teker teker büyük bir titizlik ve sabır ile doldurulur. Bütün bu çalışmalar, ceviz ağacından kesilmiş düz yüzeyli bir levha üzerinde yapılır. Bu ceviz levha, üst yüzü yakılarak yağı alındıktan soma, ağır demir levhalar altında iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Son zamanlarda, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf, yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır

Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin 'lehim'le birleştirildiğinden özetmektedirler. Bu bütünüyle yanlıştır. Çünkü bir gümüş işine lehim değdi mi, o iş hurdaya atılır. Lehim gümüşü çürütür.Gümüş tellerin birleştirilmesinde kullanılması gereken yöntem 'kaynak' tır. Mili metrik tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalışma büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için önce, ayarı belli bir ölçüde düşürülen gümüş, eğelenerek küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içine toplanır. Eğelenmiş gümüş bir kaba konur ve içerisine toz boraks katılır. Suya daldırıldıktan soma amyant üzerine yerleştirilen ana iskeletin her bir parçası bu gümüş-boraks karışımı ile kaynak yapılarak birleştirilir.

İskeletin yapımından sonra motif yerleştirme işi, aynı şekilde kaynak yöntemiyle devam eder. Ancak motif yapımı uzun zaman alır. Bu yapım sırasında da büyük bir titizlik ve sabır gereklidir.

Telkariden yapılan işler sayılamayacak kadar çeşitlidirler. Mesela sigara ağızlıklarından, tütün kutusundan, fincan zarflarından tutun da çeşitli tepsiler, kemerler, tepelikler, aynalar hep telkari tekniği ile yapılmışlardır. Bu sanatın kaynağının Mezopotamya ve eski Mısır olduğu sanılmaktadır. Buralardan Uzak Doğuya, başka bir koldan ise Anadolu'ya ve Anadolu üzerinden de Avrupa'ya yayıldığı bilinmektedir.

Yurdumuzda ise en önemli telkari merkezi Mardin'in Midyat ilçesi olmuştur. Midyat işleri son derece zarif ve kıymetlidirler.

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Kilis İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri

kilis_ilinin_tarihi_turistik_yerleri
Kale Kilis'in 24 km. kuzeyinde bulunan Polateli ilçesine bağlı Ravanda Köyünün yanındadır. Etrafı açık, ufuklara hakim bir dağın sivri tepesine kurulmuştur.Dağın tepesi oyulmak suretiyle yapılan kalenin bugün ayakta kalan kısmı, iç kaledir. Anadolu, Suriye, Mezopotamya arasında yer alan oldukça büyük bir höyüktür.
Stratejik bir konumda bulunan höyük, hemen her dönemde iskan görmüştür. Bakırtaş (Kalkolitik) Çağı'ndan Helenistik Döneme kadar kesin iskan gösteren Oylum Höyükte yapılan kazılar   sonunda bölgenin tarihinin yanı sıra Ön Asya'nın da tarihi aydınlanmaktadır. İlde bunun dışında bir çok höyük bulunmaktadır. Kalkerli bir toprak parçasının ortasından pırıl pırıl suların aktığı mesire yeridir Akpınar. Dört yanı zeytinlikler bağ ve meyve bahçeleriyle çevrilmiş, çimenden halılarla kaplı bu eşsiz tabiat güzelliği bahar ve yaz aylarında Kilislilerin akınına uğrar. İlkbahar ve yaz aylarında eğlence ve piknik yeri olarak kullanılan Söğütlüdere' nin Kilis yaşamında ayrıcalıklı bir yeri vardır. Kuzey yamaçlarından Zoppun Deresi ve Akpınar kaynaklarından akıp gelen suların, yeşilliğe bürüdüğü Söğütlüdere, özellikle   hafta sonlarında Kiliselilerin mutfak kültürüne özgü kebap ve yemek çeşitleriyle mükemmel bir ziyafet sofrası için önemli bir mekandır.

Kilis İ.Ö. 1460 yıllarında Halep krallığına bağlıydı. Hitit imparatorluk döneminin başlamasıyla Hitit etkisine girdi. M. Ö 356 da Makedonya''dan yola çıkan büyük İskender kuzey batıdan güney doğuya doğru bütün Anadolu topraklarını işgal ederek İskenderun körfezine dayanarak İskenderun''u kurup Kilis üzerinden mısıra doğru yoluna devam etmiştir.

M. Ö. 323 yılında İskender''in ölümüyle imparatorluk 3 general arasında paylaşıldığında Kilis ve çevresi Selefki''nin egemenliği altına girmiş ve 227 yıl Selefkiler devletinin egemenliği altında kalmıştır. Türklerin bölgeye gelişi 8. yy da başlar. Harun Reşit El-Mehdi döneminde Orta Asya''dan koparak islamiyeti kabul eden horasanlı oğuz boyları gruplar halinde Abbasilerin hizmetine girmeye başlarlar. Kentin bugün bulunduğu yerde Kilis adıyla gelişmesi Mısır-Türk kölemen devleti zamanında yani 1250 li yıllarda başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarına yavuz sultan selim tarafından 23 Ağustos 1516 da Mercidabık köyü civarında yapılan ve aynı adla anılan savaş sonucunda katılan Kilis bu dönemde Halep eyaletine bağlı bir sancaktı. Kilis Mondros mütarekesiyle aralık 1918 de önce İngilizler daha sonrada Fransızlar tarafından işgal edilir. Bölgedeki Ermeniler Fransızlarla birleşerek Kilislilere zor günler yaşatırlar. Tüm yurtta seferberliğin başlamasıyla Kilis''te kurulan Kilis Kuva-i Milliyesi düşmanlarla kahramanca çarpışarak 6 aralım 1921 de kendi kurtuluşunu kendi kazanır ve Gaziantep e yardıma gider. Kilis 1927 yılında G.antep il olunca G.antep''e bağlı bir ilçe olmuştur.Ve 6 haziran 1995 tarihinde de il statüsüne kavuşmuştur.

Kütahya ilinin tarihi ve turistik yerleri

kutahya_ilinin_tarihi_turistik_yerleri
Yerleşim tarihi itibariyle 7 bin yıllık bir geçmişe sahip olan Kütahya İli, topraklarında barındırdığı uygarlıklara ait çok zengin bir kültürel mirasın da sahibidir.
Sanat değeri yüksek kaliteli seramikleriyle ünlü Hititlerin, barışçı bir toplum oldukları, müzisyen ve sanatçıları korudukları bilinen Friglerin, heykeltraşlıklarıyla ünlü Roma ve Bizanslıların, anıtsal mimaride ileri gitmiş, edibi, şairi, mutasavvıfı bol Selçuklu, Germiyanlı ve Osmanlıların birikimini yansıtan Kütahya, tarihinin her devresinde önemli bir ilim ve kültür merkezi olagelmiştir.

Antik kaynakların, masalcı Ezop''un doğum yeri olarak gösterdiği Kütahya, Germiyanoğulları Devletinin başkenti, Anadolu Beylerbeyliğinin merkezi ve şehzadelerin valilik yaptığı kent olarak Osmanlı tahtının staj yerlerinden biridir.Ünlü gezgin ve edebiyatçı Evliya Çelebi''nin de memleketi olan Kütahya, Osmanlı sarayına gelin verdiği Devlet Hatun''un sürekli himayesini görmüş, Kütahya''dan yetişen çok sayıda bilim adamı ve sanatkar şehzadelere öğretmenlik yapmıştır. Bu durum, saray kültürünün Kütahya''da da yaşanmasını sağlamıştır.
Kütahya, her alanda yetiştirdiği insanlarla Anadolu kültürüne büyük hizmetlerde bulunmuştur. Kütahyalı, tarih boyunca iyinin, güzelin, doğrunun yanında olmuş, insani değerleri korumuş, çelebilik mevkiine taşımıştır.
ütahya tarihi eserleri ve tabiî güzellikleri, kaplıcaları bakımından zengindir. Selçuklular veOsmanlılar zamanında çok sayıda tarihi eserlerin bulunduğu Kütahya’da önemli sayıda cami, mescit, türbe, medrese ve çeşitli tarihi eserler günümüze kadar gelebilmiştir.

Balıklı Câmii: 1236-1237 senesinde yapılmış olup, Selçuklu eseridir. Kütahya’da Türklere ait en eski eserdir. Selçuklu Sultânı Alâeddin Keykubat’ın oğlu İkinci Gıyâsüddin Keyhüsrev zamanında Serasker ve ümerâdan İmâmüddin Hezâr Dinârî tarafından 1236’da yaptırılmıştır. Germiyanoğulları ve Osmanlılar tarafından tâmir edilmiştir. Hezâr Dinârî Savunma Bakanı (Emir Sipehsâlât) idi.

Hıdırlık Mescidi: Bir mesire yeri olan Hıdırlık Tepesindedir. İmâmüddîn Hezâr Dinâr 1243’te yaptırmıştır. Kare plânlıdır. Kubbesi tuğladandır. Kitabesi vardır. 1980’de tâmir edilmiştir.

(Meydan) Aslanbey Câmii: İl merkezindedir. 1413 yılında Aslan Bey tarafından yaptırılmıştır. Kare plânlı tek kubbelidir. 1954’te tâmir edilmiştir. Aslında kiremit olan üst kısmı kurşunla kaplanmıştır. Aslan Bey, Sultan İkinci Murâd Han ümerâsından, Kütahya ve Tavşanlı Muhafızı Bicâroğlu Aslan Beydir.

Ali Paşa Câmii: Şehreküstü Mahallesinde bulunan câmi ile on iki hücreli medrese, sıbyân mektebi, sebiller ve şadırvândan meydana gelen külliyeyi, Anadolueyalet Vâlisi, Seyyid Süleymân Ağanın oğlu Seyyid Ali Paşa yaptırmıştır. Hâlen, yalnızca câmi ayaktadır. Hiçbir ilmî izahı olmadığı ve kitâbelerde Seyyid Ali Paşa geçtiği hâlde, caminin adı, çok farklı ve mânâsız bir şekilde Alopaşa telaffuz edilmektedir. Bu telaffuz hatâsının giderilmesi yolunda, câminin adının aslına uygun olarak düzeltilmesi için çalışmalar sürdürülmektedir. 1797’de tâmir görmüştür.

Câmi-i Kebir (Ulu Câmi): Şehir merkezinde, Vâcidiyye Medresesi ile İkinci Yâkub Çelebi İmâret Külliyesi arasındadır. Ortalama 45x25 m’lik bir sahayı kaplamaktadır. Kütahya’nın en geniş iç hacmine sâhip câmidir. Kuzeydoğu dış köşesinde bir minaresi vardır. Bugünkü şekli, iki kubbe ve yarım kubbeden müteşekkil olup, dikdörtgen mekânı bu kubbeler örtmektedir. Kuzeyinde beş bölümlü son cemaat yeri vardır. Sultan Yıldırım Bâyezid Han (1381-1389) bu câmiyi yaptırmaya başlamıştır. Ankara Muharebesi ile, yarıda kalan câminin yapımını 1410’da oğlu Mehmed Çelebi tamamlamış, Fâtih Sultan Mehmed Han zamanında tâmir edilmiş, Rodos Seferine çıkan Kânûnî Sultan Süleyman Han Kütahya’da konaklamış ve câminin tâmirini Mîmar Sinan’a emretmiştir. IrakSeferinde (1534) Kütahya’da dört gün kalan Kânûnî Sultan Süleyman Han, namazlarını bu câmide kılmıştır. Kubbe kapısına yakın orta yerde, dört mermer sütun üzerinde müezzin mahfili ve altında şadırvanı bulunmaktadır. Tamâmen kesme taş olan yapının kubbe saçakları altında tuğlalar görülmektedir. Minarenin de kaidesi kesme taş, gövdesi tuğladandır. Çeşitli zamanlarda tamir edilmiştir. Câmi Sultan Abdulmecid Han ve Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın tâmir ettirdiği kitâbede ifâde edilmektedir. İlk yapıldığında ahşaptı.

Kurşunlu Câmi (Kasımpaşa Câmii): Germiyanoğulları zamanında 1377’de yapılmıştır. Mihrâbı bezemeli ve minaresi orijinaldir. Kurşunlu mahallesindedir. Şeyh Mehmed tamir ettirmiştir. Son tamiri 1975’te olup, üzeri kurşunla kaplanmıştır.

Dönenler Câmii (Mevlevîhâne Dergâhı): Şehrin merkezinde Câmi-i Kebir civârındadır. Özel bir mîmârî tarzı vardır. Hâlen câmi olarak kullanılmakta olup, içi daire şeklindedir. Kubbeyi çeviren bir balkonu vardır.

İshak Fakih Külliyesi: 1433’te Germiyanoğulları ulemasından Cemâleddin İshak Fakih yaptırmıştır. Külliye câmi, zâviye, türbe ve medreseden meydana gelmiştir. Aynı ismi taşıyan mahallededir.

Süleymanşah, Kal’a-i Bâlâ (Yukarı Kale) Câmii: Hisarda bulunan câminin Germiyan Beyi Süleyman Şah tarafından tamir ettirildiği bilinmekte, kimin tarafından ve hangi tarihte yapıldığı bilinmemektedir.

Takkeciler (Demirtaş Paşa) Câmii: Kavaflar çarşısında bulunan câmi mîmârî bakımından dikkati çekmektedir. Fil ayakları ve silindir kubbeler altında bir takım hücreler ve ortada bulunan büyükçe kubbesi orijinaldir. Anadolu Eyâleti Vâlisi ve Kütahya Muhâfızı Demirtaş Paşa yaptırmıştır.

Hisar Bey Câmii: Saray Mahallesindeki eski hükümet konağı arkasındadır. Hisar Bey oğlu Mustafa Bey 1749’da yaptırmıştır.

Karagöz Ahmed Paşa Câmii: Küçük Çarşıda, ahşap dükkanların arasında iken bu dükkanlar yıktırılmış, câmi ortaya çıkmış ve restore edilmiştir. Câmi, medrese, sıbyân okulu ve imâretten meydana gelen bu külliyenin yapımına, Anadolu Eyalet Vâlisi Karagöz Ahmed Paşa tarafından 1509 yılında başlattırılmış, hanımı tarafından inşaatı bitirilmiştir. Mîmar Sinan’dan öncekiOsmanlı mîmârî tarzının tipik örneklerinden biri ve en güzelidir. On iki köşeli üç kasnak üzerine oturtulmuş şahane ve orijinal kubbesi vardır.

Lala Hüseyin Paşa Câmii: Aynı isimle anılan mahallede, Sultan İkinci Selim Hanın Lalası Hüseyin Paşa tarafından (1566-1568) yıllarında yaptırılmıştır.

Hâtûniye Câmii: Hâtûniye Mahallesinde olup, hangi târihte, kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Ancak, Râbi’a Hâtûn isimli hayırsever bir hanım tarafından minâresinin yaptırıldığı ve esaslı bir şekilde tâmir ettirildiği bilinmektedir.

Özbek Câmii: Tahminen 1699’da ormanlık ve otlak hâlinde bulunan Müderris Yaylası sırtlarında çadır kuran Özbek Aşiretinden İbrahim Ağa tarafından câmi ve çeşme yaptırılmıştır.

Kadîdler Câmii: Samanpazarı (Hasır Pazarı) mevkiinde bulunan câmi, Halil Kâmil Ağa tarafından başlatılmış, Hafız Mehmed Paşa tarafından bitirilmiştir.

Molla Bey Câmii ve Külliyesi: Balıklı Mahallesindedir. Bu külliye, İbrâhim Edhem tarafından 1845 yılında yaptırılmıştır. Câmi, kütüphâne, medrese, sıbyan mektebi, şadırvan ve sebillerden meydana gelen külliyenin her birini, bir akrabası adına inşâ ettirmiştir.

Seâdeddîn Câmii: Câmi, Selçuklu Devletinin serasker ve ümerâsından İmâdüddîn Hezâr Dinâr tarafından ahşap olarak yaptırılmış, Anadolu VâlisiÖmer Paşa, 1238 yılında da yine Anadolu Vâlisi Derviş Mehmed Paşa tarafından tekrar ele alınarak bugünkü hâle getirilmiştir.

Yeşil Câmi: Hükümet Caddesinde bulunan câmi, Kütahya Mutasarrıfı Ahmed Fuad Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mîmârisi Arap tarzıdır. Nakışları ve çinileri ile meşhurdur. Dört mermer direk üzerine oturtulmuş tek kubbeden meydana gelmiştir.

Çinili Câmi: Kütahya’nın en yüksek semtlerinden Maltepe’de yapılan bu câminin dışı tamâmen çinilerle kaplıdır. 30 bin çini plaka kullanılmış olup, 500 kişiliktir. Son senelerin en güzel câmilerindendir. Dünyâda dışı tamâmen çini ile kaplı ilk câmidir.

Paşam Sultan Türbesi (Seyyid Nûreddin Zâviyesi): Ulu Câmi Caddesinden İshak Fakih Câmii yönüne giderken, duvarı cadde üzerinde görülebilen, girişi Kurşunlu Câmi sokağından sağlanan türbe, çeşitli değişiklik ve tâmirler görmüştür.

Karagöz Ahmed Paşa Türbesi: Ahırardı Mezarlığındadır. 6 yuvarlak sütun üzerinde, kademeli ve taşkın başlıklara oturtulmuş yuvarlak tuğladan kubbe bindirilmiştir. 6 kenarlı açık bir türbe şeklindedir.

Şeyhî (Hakim Sinan) Türbesi: Germiyanoğulları zamanında yaşayan devrin tıbbî imkanları ile 182 adet katarakt (göz perdesi) ameliyatı yapacak kadar mâhir bir cerrah olan “Şeyhî” mahlâsı ile şiirler yazan meşhur “Harnâme” şiirinin sâhibi, âlim, fâzıl Hakim Sinan, Kütahya-Tavşanlı yolu üzerindeki Dumlupınar Köyü’nde medfundur.

Hayme Hâtûn Türbesi: Osman Gazinin annesi Hayme Hâtûn Türbesi, Domaniç ilçesinin Çarşamba köyündedir. Domaniç 1281’de Ertuğrul Beye yayla olarak verilmiştir.

Vâcidiye Medresesi: 1314’te yaptırılan Vâcidiye Medresesi, kültür yuvalarının başında gelmektedir. Kapalı avlulu, tek katlı, iki eyvânlı ve kesme taştan mâmûl bir medresedir. Restore edilmiş ve hâlen Kütahya Müzesi olarak kullanılmaktadır.

Hamamlar: Kütahya’da tarihî kıymeti haiz 9 hamam vardır. Başlıcaları: Saray Hamamı (14. yüzyıl), Küçük Hamam (14. yüzyıl başı), Eydemir (Elvan Bey) Hamamı(15. yüzyıl), Balıklı (Rüstem Paşa) Hamamı (15. yüzyıl), Lala Hüseyin Paşa Hamamı (16. yüzyıl), Kemer Hamamı(16. yüzyıl), Şengül Hamamı (16. yüzyıl), Yenimahalle Hamamı (19. yüzyıl). Küçük Hamam: Eski Hükümet Konağı Caddesi başlangıcı ile, Cumhuriyet Caddesi köşesindedir. Bu tarihî hamamda, Ankara Savaşından sonra, Timur Hanın yıkandığı rivayet edilmektedir. Hamam hâlen faal bir vaziyettedir. Balıklı Hamamı: Vezir-i âzam Damad Rüstem Paşa 1550’de yaptırmıştır.

Müzeler: Müzelik eserler önceleri Vâhid Paşa Kütüphanesinde ve bahçesinde toplanmaya başlanmıştır. Böylelikle müzenin ilk nüvesi teşkil edilmiştir.

Kütahya Müzesi: Hâlen, Germiyanoğullarından kalma Vâcadiyye Medresesindedir. Müzede tarih öncesi devirlere âit bakır, bronz ve demir çağları eselerinden, seramik eşyalar, taş âletler, kolye parçaları bulunmaktadır. Hellenistik, Bizans ve Roma eserleri yönünden zengin bir müzedir. Osmanlı devrine ait pekçok eserler de müzede korunmaktadır. Medrese, astronomide gök gözlemevi olarak kullanılmıştır. Bu medresede müderrislik yapan Molla Vâcid’in çinili sandukası vardır.

Çavdarhisar Açık Hava Müzesi: Kütahya’ya 60 km uzaklıktaki Çavdarhisar kasabasında bulunan açık bir müzedir. Burada Frigyalılara âit eski eserler sergilenmektedir. Bu müzede bir de açık hava tiyatrosu mevcuttur. Takriben 20.000 kişilik olan tiyatronun oturma sıralarının bir kısmı yerinde durur vaziyettedir. Bunun önünde güney tarafında tiyatroya bitişik olan stadyum ise oldukça haraptır. Burada şeref locasının kalıntılarını görmek mümkündür.

Macar (Lajos Kossuth) Evi: (1848-1849) Macar İstiklâl Savaşını yöneten Macar Cumhurbaşkanı Lajos Kossuth’un Kütahya’ya sığınması adına yapılan “Macar Evi” hâlen müze olarak kullanılmaktadır.

Dumlupınar Anıtı: 30 Ağustos 1922’de Başkomutanlık Meydan savaşının kazanıldığı Dumlupınar’da bulunur. Çalköy’ün Zafertepe adı verilen sırtındadır. 1924 yılında “Meçhul Asker Âbidesi” adı altında yapılmış, daha sonra görünüşü değiştirilmiştir. Önceki figür Adatepe mevkiine yakın bir yere yerleştirilmiştir. Ayrıca Gediz ilçesinde, ilçenin kurtuluşunun sembolü olan bir âbide vardır.

Hükümet Konağı: 1907’de Kütahya Mutasarrıfı Ahmed Paşa yaptırmıştır. Çinilerle süslü güzel bir binâdır.

Büyük ve Küçük Bedesten: Osmanlı devrinden kalma binalardır.

Eski eserler: Tarihî devirlerin beşiği olan Kütahya, kuruluş tarihinin çok eski çağlara dayanması sebebiyle, antik eserler bakımından da oldukça zengin sayılır.

Kütahya Kalesi: Antik devirden başlamak üzere yerleşmenin yer aldığı sanılan tepe üzerinde, bir iç kale, hisar ve Osmanlı devrinde, aşağıdaki suyu da içine almak üzere eklenen, üçüncü bir kısımdan meydana gelmektedir. Evliya Çelebi’ye göre 70 burca sahip olup, şehrin su ihtiyâcı buradan karşılanmakta idi. Kalenin çevresi 3500 m’dir. Selçuklular ve Osmanlılar tâmir etmiştir.

Aizani (Çavdarhisar) Harâbeleri: Kütahya’ya 60 km’lik asfalt bir yol ile bağlı olan Aizani ören yeri, eski Anadolu’da, Frigya bölgesinde (Rhydakos) Bedir Deresinin üst kıyısında Pankalos denilen yerde bir şehirdi. Dikkate değer tarihi bir âbidedir. Frigya Aizani şehrinin M.S. ikinci yüzyılda, Anadolu’daki birçok şehirler gibi zenginleştiğini gösteren Zeus Tapınağı, Stadion, tiyatro ve Agora, Romalılar tarafından Bedir Deresi kıyısında yapılmış olan iki rıhtım döküntüsü dikkati çekmektedir. Anadolu’daki en sağlam Roma tapınağı Çavdarhisar’daki Zeus Tapınağıdır. İçinde 124 sütun vardır.

Aesami (Aizani) kentinde kralların yıkandığı “Kral Hamamı”nı Alman Prof. Rudolf Navman ortaya çıkarmıştır. Çavdarhisar, Çandarlı Türk Boyları bu bölgeye yerleşmiştir. Çavdarhisar kazılarında Çandarlılara ait eserler de ortaya çıkmıştır. Bedir Deresi üstünde Karabulut Değirmeni arkasındaki mağara Anadolu’nun ilk mabedlerindendir.

Taş Köprü: Kütahya-Uşak karayolu üzerinde ve Bedir Çayı (o zamanki ismi Rinadakos Çayı) üstünde Romaİmparatoru Hadrianus zamanında (2 bin yıl önce) yapılmıştır. Kemerli olan bu köprü üstünden halen en ağır tonajlı araçlar geçmekte ve köprü hizmet görmektedir. Köprü Romalıların önemli yerleşim ve ticaret merkezi olan “Aizani” kenti (Çavdarhisar) yanındadır. Domaniç Elmalı köyünde Frigyalılara ait eserler, Bayat köyünde 8 milyon sene önceye ait hayvan fosilleri bulunmuştur.

Ansir ve Sieaus: Eski Simav şehrinin kalıntıları arasında tepede bir kale vardır. Simav, Frigyalılara ait Ansir ve Sieaus şehir kalıntılarının üzerine kurulmuştur.

Mesîre yerleri:

Kütahya ormanları, yayları, mesire yerleri ve kaplıcaları ile meşhurdur.

Murat Dağı: Anadolu’nun en güzel çam ormanları buradadır. Soğuk suları yanında sıcak sular fışkıran bir yerdir. Gediz ilçesine 23 km mesâfededir. 1400 m’yi aşan yükseltisiyle bir yayla özelliği taşır. Şifâlı sıcak suların fışkırdığı yerde Koca Hamam, Hacettepe Hamamı ile üç yüzme havuzu, yeterli ve modern tesisleri vardır.

Çamlıca: Merkez ilçeye 5 km uzaklıkta asırlık sık ağaçları, bol ve tatlı suları, geniş çimenlik sahası, temiz havası ile güzel bir piknik yeridir. Turistik tesisleri de vardır. Yolu iyidir.

Hisarlıktepe: Emet ilçesine 3 km mesafede 1000 (bin) kişinin istifade ettiği bir dinlenme yeridir.

Porsuk kıyıları: Kütahya’nın 6-7 km uzağında Porsuk Çayı kıyıları güzel dinlenme ve piknik yeridir.

Nafia Pınarı: Simav ilçesine 35 km uzaklıkta orman içi dinlenme yeridir. Soğuk suları çok güzeldir.

Gölcük Yaylası: Simav ilçesine 19 km uzaklıkta orman içi dinlenme yeridir. Serin su kaynakları ve güzel manzaraları ile meşhurdur.

Döner Gazino: Belediye tarafından Hisar’da yaptırılmış olan, Türkiye’nin ilk döner gazinosu 1972’de açılmıştır. Gazinodan YeşilKütahya Ovası seyredilir.

Kaplıcaları:

Kütahya şifalı içme suları ve kaplıcaları ile çok zengindir. Başlıcaları şunlardır:

Ilıca: Kütahya-Eskişehir asfalt yolunun 23. km’de, turistik motel ve benzin istasyonundan ayrılan 4 km’lik bir asfalt yolla gidilir. Husulsas, ılıcada bulunan açık yüzme havuzu olup, suyu sıcaktır. İçme suyu olarak karaciğer, safra yolları ve böbrek rahatsızlıklarına faydalıdır. Banyo kürleri ise ağrı dindirici özelliklere sahiptir.

Erkekler Hamamı: Kayaların içine oyulmuş tabiî bir hamamdır. 43°C sıcaklıktaki tabiî su arslan ağzındaki bir oluktan hamamın içine dökülür.

Yoncalı: Kaplıcanın efsanesi şöyledir: Selçuklu Sultânı Alâeddin Keykûbâd’ın perdedârı Ramazan Beyin kızı Gülümser Hâtûn bir cild hastalığına yakalanır. Devrin hekimleri bütün gayretlerine rağmen çare bulamazlar. Gülümser Hâtûn’u maiyyeti ile birlikte, Yoncalı’nın bulunduğu yere çadır kurarak bırakırlar. Cildindeki yaralardan büyük üzüntü duyan Gülümser Hâtûn ve çevresindekiler, birgün oralarda dolaşan tüyleri dökük, etleri yara içinde bir tilki görürler. İlgilenirler ve hasta tilkinin hergün o çevrede bulunan bir batağa girdiğini müşahade ederler. Gün geçtikçe tilkinin yaralarının kapandığını, tüylerinin yeniden çıktığını gören Gülümser Hâtûnun mâiyeti, Hâtûn’un çamur banyosu yapmasını teklif ederler. Neticede çamur banyosu yapan Gülümser Hâtûn, eski sağlığına ve güzelliğine kavuşarak oradan ayrılır. Şükrânının bir ifâdesi olarak da hamamları ve câmiyi yaptırır (1233).

Yoncalı’da erkekler hamamı, kadınlar hamamı, kükürt banyosu, radyoaktiviteli çamur banyoları, çelik banyosu, dübecik havuzu ve banyosu mevcuttur. Erkekler hamamı ile hemen yanındaki câmi, Selçuklu eserlerindendir.

Emet Kaplıcaları: Kütahya’ya 102 km uzaklıktadır. Emet, başlıbaşına bir kaplıca bölgesidir. İlçenin içinde asırlık ağaçlar arasında “Yeni Hamam, Kaynarca ve Dâvûdlar Hamamı” gibi kaplıcalar meşhurdur.

Yeni Hamam, geniş yüzme havuzu, hususî banyoları ve oteli ile dışarıdan gelen turistlerin her türlü ihtiyaçlarına cevap verebilir. Şifâlı suları, sükûneti ile herkese elverişli bir dinlenme yeridir. Radyoaktivite nisbeti 21,8 eman’dır.

Kaynarca Kaplıcası: 40°C-50°C sıcaklıkta olup, radyoaktivitesi 26° sıcaklıktadır. Zelzeleden büyük zarar görmüştür. Yeniden tanzim edilmiştir. Bunlara ilaveten, Dâvûdlar ve Yeniceköy Hamamı ile, Emet-Tavşanlı arasında yer alan Dereli Kaplıcaları, romatizma, cilt hastalıkları ve her türlü ağrı ve sızılara şifâ olan kaplıcalardır.

Gediz Kaplıcaları: Gediz’in 30 km güneydoğusunda bulunan Murad Dağının kuzey yamaçlarında 2000 m yükseklikte kaplıcalar bulunmaktadır. Temmuz-eylül ayları arasında halka açık bulunan kaplıcalar şifâlı sıcak suları ve hemen yanında, insana zindelik veren soğuk su kaynakları, tabiat güzellikleri ile dünyada nâdir bulunan özelliklere sâhiptir. Arapoğlu yaylasındaki soğuk mâden suyu, böbrek ve idrar yollarındaki kumları temizler.

Gediz Ilıcası: Gediz-Simav yolu üzerinde, Gediz’e 25 km mesâfededir. Çamlıklar arasında, bir vâdi içindedir. Buğuldak, Kara Hasan ve Traverten adı verilen menbalarından çıkan suyun sıcaklığı 60°C’dir. Her türlü adale ve spazm ağrılarına iyi geldiği müşâhade edilmiştir. Kaplıca mevsiminde, çevre illerden pekçok ziyâretçi gelmektedir.

Simav-Eynal Kaplıcası: Yeşil Simav’ın 5 km kuzeyindedir. Gölcük Dağının eteklerinde kurulmuştur. Simav-Eynal Kaplıcası büyük hamam, okul, motel, yirmi adet müstakil banyo, dört kademeli yüzme havuzu, çamaşırlık ve câmiden müteşekkildir. Suyun sıcaklığı 90°C olup, radyoaktivite, kükürt ve çelik ihtivâ etmektedir. Kaplıcada romatizma, siyatik ve böbrek hastalıklarının tedavisinde müsbet neticeler alınmaktadır.

Konya İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri

konya_ilinin_tarihi_turistik_yerleri
Konya her tarafı târih kokan bir şehirdir. Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar bu ilde çok sayıda ve değerli târihî ve sanat eserleri bırakmışlardır. Türk târihinin en eski ve kıymetli eserlerini sînesinde barındıran Konya, ayrıca bir gönül diyârıdır.

Önemli bir turizm merkezi olan Konya’da Aralık ayının ilk Pazar gününden 17 Aralıka kadar devâm eden Mevlânâ Haftası; 5 Temmuzda başlayıp bir hafta devam eden Akşehir Nasreddin Hoca şenlikleri; 25-30 Ekim arasında yapılan Âşıklar Bayramı; 9 Eylülde yapılan Cirit Yarışmaları ve 1971’den bu yana 5 Ağustosta başlayıp bir ay devâm eden Konya Fuarı ile turizm faaliyetleri hızlanır.

Türk mîmârî anıtlarının zenginliği bakımından Konya, Türkiye şehirleri içinde İstanbul, Bursa ve Edirne’den sonra yer alır. Târihî ve sanat eserlerinin çoğu kaybolmuş olmasına rağmen çok zengin bir hazîneye sâhiptir. Selçuklu eserleri en çok bu ildedir. Bozkır ortasında bir medeniyet âbidesidir. Başlıca târihî eserleri şunlardır:

Konya Kalesi: Varlığı bilinen, fakat yeri bir türlü tesbit edilemeyen târihî Konya kalesine âit Hastahâne caddesinde bir şahsa âit arsada kazı yapılırken 5 m derinlikte 50x70 cm ebadında düz satıhlı halde duvar taşları bulunmuştur. Konya surlarını yeniden inşâ edercesine Sultan Alâeddîn Keykubad yaptırmıştır. Aynı sultan, Konya iç kalesi ile iç kale sarayını da yaptırmıştır. Bugün hiçbiri yoktur.

Gevale Kalesi: Takkeli Dağının bir yamacında sarp ve sivri tepe üzerinde yapılmıştır. Bu bölgenin kilit noktasıdır. Haçlı seferlerinde Selçuklu sultanları bu kaleye çekilmişlerdir. Selçukluların siyâsî suçluları burada hapsedilmiştir.

Beyşehir Kalesi: Yapılış târihi bilinmeyen kalenin sadece kapısı vardır. Sur temelleri toprakla örtülmüştür. Kaleyi 1288’de Eşrefoğlu Süleyman Bey; 1605 ve 1635 senelerinde Osmanlılar tâmir ettirmiştir. Kale surlarının duvarları 7,5 m kalınlıkta idi.

Alâeddîn Câmiî: 1156 senesinde Anadolu Selçuklu Sultanı Birinci Rükneddîn Mes’ûd zamânında temeli atılıp inşâsına başlanmış, zaman zaman duraklamalar geçirmesinden dolayı Birinci Alâeddîn Keykubat zamânında tamamlanabilmişti. 1221’de ibâdete açılan câmi Konya’nın en büyük ve en eski câmisidir. Konya şehrinin Alâeddîn Tepesi diye anılan yüksek bir noktasına kurulan câmi, Selçuklu mîmârîsinin en güzel örneklerindendir. Minberi, abanoz ağacından olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örnekleridir.

Sâhip Ata Külliyesi: Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata Fahreddîn Ali tarafından 1258-1283 yılları arasında yaptırılmıştır. Külliye, mescid, türbe, hanekah ve hamamdan meydana gelmektedir. Çeşitli zamanlarda tâmir gören mescid ilk orijinalliğini yitirmiştir. Türbede Sâhip Ata ve çocukları medfundur.

Sadreddîn Konevî Câmii ve Türbesi: Şeyh Sadreddîn Mahallesindedir. Kıble tarafındaki kapısının üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine âit kitâbeler olup, Selçuklu kitâbesinden 1274 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. 1899’da tâmir gören Câminin mihrabı Selçuklu çini süslemeciliğinin güzel örneklerindendir. Câminin doğu avlusundaki türbenin üzerinde köşeli tambura kâide üzerinde kafesli ahşap külah, 1990 yılında Konya Vâliliğince yeniden tâmir edildi.

Mevlânâ Türbesi ve Mevlevi Dergahı Külliyesi: Türbede dünyâya nur ve feyiz saçan büyük evliyâ, İslâm âlim ve mütefekkiri, hak âşığı, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî hazretleri medfundur. Selîmiye Câmiinin doğusunda, Üçler Mezarlığının kuzeyindedir. Külliyenin batısı derviş hücreleri, öbür tarafları duvarlarla çevrilidir. Külliye; Yeşil Türbe, gümüş kapı, mescid, semâhâne, derviş hücreleri, matbah, Hurrum PaşaTürbesi, Hasan PaşaTürbesi, Sinan Paşa Türbesi, Murad Paşa Kızı Türbesi, Mehmed Bey Türbesinden meydana gelmiştir.

Yeşil Türbe, hazret-i Mevlânâ’nın vefâtından beş sene sonra 1278’de Mîmar Bedreddîn Tebrizî’ye yaptırılmıştır. Mevlânâ hazretlerinin yanında mübârek babası Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled, oğlu Sultan Veled, kâtibi ve vefâtından sonra halîfesi olanHüsâmeddîn Çelebi, talebesi Salâhaddin Zerkubî, torunları ve yakınları yatmaktadır. Türbenin üzerinde kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) denilen külah biçiminde on altı dilimli güzel bir kubbe vardır.

Osmanlı Sultanları hazret-i Mevlânâ türbesine çok ilgi gösterdiler. Kânûnî Sultan Süleymân Han, Irak Seferine giderken hazret-i Mevlânâ’yı ziyâret edip türbenin yanına bir câmi inşa ettirmiştir. Üçüncü Sultan Mehmed Han, esaslı bir tâmir ve türbenin yanına medrese, dervişler için hücre denilen 34 dâire yaptırdı. Sokullu Mehmed Paşanın oğlu Hasan Paşa türbenin kabristanı ile semâhâne denilen kısmını birbirinden ayıran gümüş bir kapı ile gümüşten iki basamaklı merdiven ilâve ettirdi.

Türbe ve külliye günümüzde müze hâline getirilmiştir.

İplikçi Külliyesi: Alâeddîn Tepesinin doğusunda İkinci Kılıç Arslan’ın vezirlerinden Şemseddîn Altunba (Altınağa) yaptırmıştır. Samurcu Ebû Bekr tarafından genişletilmiştir. Câmi ve medreseden meydana gelen külliyenin medrese kısmı yıkılmıştır. Kalıntılarına rastlanan medrese Anadolu Selçuklu döneminin ilk örneklerindendir.

Selîmiye Câmii: Mevlânâ türbesinin yanındadır. 1565’te Mîmar Sinan’ın yaptığı tahmin edilmektedir. Çift minârelidir. Ak mermerden minberi taş işçiliğinin orijinal örneklerindendir. Yirminci asrın başlarında üslubuna uygun olarak tâmir edilmiştir.

Güdük Minâre Mescidi: Akşehir’de Sultan Birinci Alâeddîn Keykubat zamânında Muhtesip Emînüddîn Hacı Hasan tarafından 1226’da yaptırılmıştır. Kare plânlı ve tek kubbelidir. Minâresi baklava biçimli tuğla süslemelidir.

Taş Medrese ve Mescidi: Akşehir’de Fahreddîn Ali Sâhip Ata tarafından külliye olarak 1250’de yaptırılmıştır. Günümüze sâdece medrese, mescit ve türbe ulaşmıştır. Medrese açık avluludur. Türbe, mescit ve minâre çini mozaik süslemelidir.

Eşrefoğlu Câmii: Beyşehir ilçesinin İçerişehir mahallesindedir. Anadolu’daki ağaç direkli câmilerin en büyüğü ve orijinalidir. Çeşitli zamanlarda tâmir gören câminin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir. Câminin yanında Eşrefoğlu Seyfeddîn Süleymân için yaptırılmış bir türbe vardır.

İsmâil Aka Medresesi: Beyşehir’de Eşrefoğlu Câmiinin batısında 1369’da İsmâil Aka tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan olan binânın büyük kısmı yıkık vaziyettedir. Medresenin yanında İsmâil Aka’nın türbesi bulunmaktadır.

Lala Mustafa Paşa Külliyesi: Ilgın ilçesindedir. Mîmar Sinan’ın yaptığı külliye câmi, imâret, arasta ve kervansaraydan meydana gelmiştir. Câmi 1577’de kervansaray kısmı ise 1584’te tamamlanmıştır. Arasta’da 12 dükkan vardır.

İkinci Selim Külliyesi: Karapınar ilçesinde Sultan İkinci Selim tarafından 1563’teMîmar Sinan’a yaptırılmıştır. Külliye, câmi, kervansaray, hamam, çeşme ve şadırvandan meydana gelmiştir. Külliye çeşitli zamanlarda tâmir görmüş, bâzı kısımları orijinalliğini kaybetmiştir.

Şeyh Sücâeddîn Türbesi: Musalla Mezarlığındadır. Kesme taştan, gövdesi 6 dilimli, tuğla kubbesiyle orijinal bir yapıdır. Yapım târihi belli değildir.

Fakih Dede Türbesi: Burhandede Mahallesinde 1454 senesinde tasavvuf âlimi Burhaneddîn Fakih için yaptırılmıştır. Kitâbesi çok güzel mozaiklerle süslüdür. Türbe, Karamanoğulları devrinde, Selçuklu Mîmârisini devâm ettiren önemli bir eserdir.

Nasreddin Hoca Türbesi: Akşehir’dedir. Tâmirler yüzünden ilk orijinal yapı özelliğini kaybetmiştir. 1905 yılında Akşehir kaymakamı Şükrü Bey günümüzdeki şekliyle tâmir ettirmiştir.

Seyyid Mahmûd Hayrânî Türbesi: Akşehir’de ve şehrin batısındadır. 1268’de yaptırılan türbe, Karamanoğlu İkinci Mehmed zamânında tâmir ettirilmiştir. Ceviz ağacından olan tek kanatlı giriş kapısı ahşap işçiliğinin ilginç örneklerinden olup, Akşehir müzesindedir. Ahşap sandukalar ise İstanbul Türk-İslâm eserleri müzesindedir.

Tavus Baba Türbesi: Konya’nın mesîre ve târihî yeri olan Meram’dadır. Sultan Alâeddîn Keykubad’ın devrinde Konya’da vefât etmiş olan Şeyh Tavus Mehmed el-Hind medfundur. Taş ve tuğladan yapılmış sâde bir eserdir. Yanında bir câmi vardır.

Argıt Han (Altınapa Hanı): Konya-Akşehir yolu üzerinde Şemseddîn Altunba tarafından 1201’de yaptırılmıştır. Sâde, süslemesiz yapı yıkık vaziyettedir.

Kızılviran (Kızılören) Hanı: Konya-Beyşehir yolunda, Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev tarafından 1205’te yaptırılmıştır. Yazlık ve kışlık bölümlerinden meydana gelmiştir. Girişin solunda üst katta bir mescid vardır.

Sultan Han: Konya-Aksaray yolu üzerinde Birinci Alâeddîn Keykubad zamânında 1229’da yapılmıştır. 1278’de tâmir gören yapı, yaklaşık 5000 m2’lik bir alanı kaplar. Dıştan kulelerle desteklenmiş görkemli bir kaleye benziyen han, bu türün en büyük ve güzel örneklerindendir.

Horozlu Han: Konya-Akşehir yolu üzerinde Emir Câmedâr Eseddüddîn Ruz-apa tarafından 1246-1249 yılları arasında yaptırılmıştır. Bir bölümü tâmir edilen yapının avlusu yıkıktır. İsmin, horozla alâkası olmayıp; Ruz-apa (Ruz-be, Uruz-be, Hunuz-be,...) kelimesinin etimolojik değişmesinden “Horozlu” adını almıştır.

Ishaklı Han: Akşehir-Çay yolu üzerinde Fahreddîn Ali Sâhip Ata tarafından 1249’da yaptırılmıştır. KlasikSelçuklu sultan hanları plânındadır.

Kapu Câmii: Eski Odun Pazarı Semtinde, Post Nişin Pir Hüseyin Çelebi tarafından 1568’de yaptırılmıştır. İki defâ yıkılan, bir defa da yanan câmi 1868’de bugünkü hâlini almıştır. İhyaiyye Câmii diye de bilinir. Kapu Câmii, Osmanlı devrinde Konya’da yapılan câmilerin en büyüğüdür.

Aziziye Câmii: Türbe Caddesinde 1671-76 seneleri arasında Dâmâd Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1867’de yanan câmiyi 1875’te Sultan Abdülazîz’in annesiPertevniyal Vâlide Sultan yeniden tanzim ettirmiştir. Câmi Barok-Rokoko Mîmâri tarzlarının birleşmesinden meydana gelmiştir. Çift minârelidir.

Şemsi Tebrizî Mescidi ve Türbesi: Şems Mahallesindedir. Türbe ve mescidin yapılış târihi bilinmemektedir. Önceleri bir mezarlık içinde bulunan mescid ve türbenin etrâfı park hâline getirilmiştir.

Taş Mescid: Sultan Birinci İzzeddîn Keykavus zamânında Hacı Ferruh tarafından 1215’te yaptırılmıştır. Ana giriş kapısı ve mihrap Selçuklu taş işçiliğinin ilk zengin örneklerindendir.

Sırçalı Mescid: On üçüncü asırda yapıldığı tahmin edilen mescid, zengin çini mozaik süslemeleri ve tuğla örgüsüyle çok orjinal bir yapıdır. Sağlam olarak günümüze ulaşan, çini mozaik süslemeli mihrap, Selçuklu mihraplarının en güzel örneklerindendir.

Tâhir ile ZühreMescidi: Beyhekim Mahallesindedir. Kitâbesi olmadığından kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Yanında halk hikâyelerine konu olmuş Tahir ile Zühre’nin türbesi vardır.

Ali Gav Medresesi: Tarla Mahallesindedir. Yapım târihi ve kim tarafından yapıldığı bilinmemektedir. 1901’deki tâmirattan sonra Mahmûd Bey Medresesi ismini almıştır. Medresenin yanında Hâcı Bektâş-ı Velî hazretlerinin talebelerinden Ali Gav Baba medfundur.

Tâcül Vezir Medresesi ve Türbesi: Dedebahçe Semtinin doğusunda İkinci Gıyâseddin Keyhüsrev devri vezirlerinden Tâceddîn MehmedBey tarafından yaptırılmıştır. Kaynaklarda medrese, hanekâh, mescid ve türbeden meydana gelen bir külliye olduğu bildirilmektedir. Günümüze sâdece türbe ve medrese ulaşmıştır. Türbede Vezir Tâceddîn ve torunları medfundur.

Sırçalı Medrese: Gazli Alemşah MahallesindeSultan İkinci Alâeddîn Keykubat’ın Lalası Bedreddîn Müslih tarafından 1242’de yaptırılmıştır. Anadolu’daki çinili medreselerin ilk ve en güzel örneklerinden olan Medrese açık avluludur. Yanındaki türbede türbenin bânisi Bedreddin Muslih medfundur.

Karatay Medresesi: Alâeddîn tepesinin kuzeyinde Emir Celâleddîn tarafından 1251’de yaptırılmıştır. Selçuklu devri kapalı medreselerindendir. Doğusunda beyaz ve gök mermerden büyük bir taş kapısı vardır. Medrese günümüzde çini eserler müzesi olarak kullanılmaktadır.

Küçük Karatay Medresesi: Karatay Medresesinin karşısında 1248-1250 yılları arasında Celâleddîn Karatay’ın kardeşi Kemaleddîn Timûrtaş tarafından yaptırılmıştır. Açık avlulu medreselerdendir.

İnce Minâreli Medrese: Alâeddîn Tepesinin batı eteğinde Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata Fahreddîn Ali tarafından 1260’da yaptırılmıştır. Selçuklu devri kapalı medreseler tipindedir. Portal üzerine işlenmiş âyet ve motifler Selçuklu taş işlemeciliğinin şâheserlerindendir. Medresenin câmi kısmı, yıkılmış sâdece iki şerefeli ince uzun minâresi kalmıştı. 1901’de meydana gelen debremde de ikinci şerefe yıkılmıştır. Günümüzde taş ve ahşap eserler müzesi olarak kullanılmaktadır.

Has Bey Darülhuffazı: Gâzi Alemşah Mahallesinde, Karamanoğlu İkinci Mehmed Bey zamânında Hacı Has Bey oğlu Mehmed Bey tarafından 1421’de yaptırılmıştır. Tuğladan kare plânlı bir yapıdır. Ahşap işlemeli kapısı Taş ve Ahşap Eserler Müzesindedir.

Nasuh Bey Darülhuffazı: Karamanoğlu İkinciİbrâhim Bey zamânında Kâdıoğlu Nasuh Bey tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan kare plânlı ve tek kubbelidir. Günümüzde İl Halk Kitaplığı Gazete Dergi Bölümü olarak kullanılmaktadır.

Ulu Câmi: Akşehir’de on üçüncü asrın başlarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Minâresi, 1213’te Ebû Saîd İbrâhim tarafından yaptırılmıştır. Sultan Birinci Alâeddîn Keykubat döneminde tâmir ettirilen câmi sonraki tâmirlerden dolayı orijinalliğini kaybetmiştir.

RüstemPaşa Kervansarayı: Ereğli ilçesinde Kânûnî Sultan Süleymân devri sadrâzamlarından Rüstem Paşa, Mîmar Sinan’a yaptırmıştır. Kitâbesi olmadığından kesin yapım târihi bilinmemektedir. Bir bölümü yıkılmıştır.

İkinciKılıçarslan Köşkü: Alâeddîn tepesinin kuzey yamacında yer alan bu köşkü Birinci Alâeddîn Keykubat tâmir ettirdiği için uzun süre Alâeddîn köşkü olarak bilinmiştir. Anadolu çini sanatının gelişimini gösteren önemli eserlerdendir. Günümüzde sâdece doğu duvarları kalmıştır.

Keykubat Sarayı: Beyşehir Gölünün güney batı kıyısında Birinci Alâeddîn Keykubat’ın emri ile 1236’da veziri Mîmar ve Nakkaş Sâdeddin tarafından yaptırılmıştır. Anadolu Selçuklu devri sivil yapılarının en meşhur ve sanat târihi açısından mühim eserlerindendir.

Eski eserler:

Hitit Şehri: Konya’ya 7 km uzaklıkta Karahöyük’te çıkarılmıştır. Mimarî kalıntılar, mühürler, çanak ve çömlekler bulunmuştur. Çatal Höyük: Konya’dan 50 km mesafede olup, Anadolu’da insanlığın bilinen ilk yerleşme merkezlerinden biridir. Çatal Höyük Çumra’ya 12 km uzaklıktadır. Evler, renkli resimler, seramik ve mezarlar bulunmuştur. İvrit Anıtı: Tarihin ilk tarım anıtı olup, Hitit devrinden kalma bir kabartma taştır. Ereğli ilçesindedir. Hititler toprağın bereketine şükür ifadesi olarak dikmişlerdir. Ilgın’ın Nane ve Dede Höyükleri vardır. Ilgın’ın 25 km kuzeydoğusunda Hitit devrinde III. Hattuşil’nin oğlu Tatalya “Salburt” isimli bir şehir kurmuştur. Bu şehir ile ilgili eserlerden öğrenildiği kadarıyla Hititler “Hiyeroğlif” yazıyı Mısırlılardan 500 sene önce M.Ö. 3500’de kullanmışlardır. Eflatunpınar: Hitit Çeşmesi Anıtı olup, M.Ö. 1300-1200 yıllarından kalmadır. Beyşehir’e 15 km mesafededir. 14 taştan yapılmış olup, duvar şeklindedir. Belviranköyünde tarihi kalıntılar, Hadım’da Bolat ve Eserler köylerinde önemli Hitit eserleri vardır. Ak Manastır: Konya-Silifke yolu üzerinde, kayaya oyulmuş bir manastırdır. 274 senesinde Saint Horion adına yapılmıştır. Haghia Kilisesi: Sille’de 327 senesinde yapılmış olup, Anadolu’daki en eski kiliselerden biridir. Bizans Çağı Kalıntıları: Cihanbeyli Akçaşar köyünde tarihi kalıntılardır.

Mağaralar:

Merkez ilçeye bağlı Küçükmuhsine köyü yakınında irili ufaklı bin mağaranın içi renkli resimlerle bezenmiştir.

Tabiî güzellikler:

Konya; tabiî güzellikler, mesîre yerleri tabiî baraj, göl kenarları bakımından zengin sayılır. Başlıca mesîre yerleri şunlardır:

Meram Bağları: İl merkezinin batısında târihî yeşillikler içinde bir dinlenme yeridir. Târih boyunca bağları, suyu ve havasıyla meşhur olan bu mesîre yeri seyâhatnâmelere ve şiirlere konu olmuştur. Ortasından Meram Deresi akar. Zamânımızda gürültülü bir eğlence merkezi hâline gelen MeramBağları eski temiz havasını kaybetmeye başlamıştır.

Dede Bahçe: Alâeddin Tepesinin kuzeybatısında târihî bir bahçedir. Burayı Selçuklular zamanında Tâceddîn Ahmet Bey yaptırmıştır. Uzun yıllar mesîre yeri olarak kullanılan bahçe, daha sonraları âile gazinosu olarak kullanılmış. Günümüzde kültürpark hâline getirilmiştir.

Alâeddîn Bahçesi: Alâeddîn Tepesindedir. Çok eski târihe sâhib olan bahçe son yıllarda belediye tarafından ağaçlandırılıp düzenlenmiştir.

Yakamanastırı: Beyşehir’e 6 km uzaklıkta zengin tabiî bitki örtüsü ve bol su kaynaklarına sâhip bir mesîre yeridir. Çam ağaçları ile kaplıdır.

Çamlıköy: Akşehir ilçesinin 14 km güneyinde çok güzel manzaralı bir dinlenme yeridir.

Beyşehir Gölü: Göl kıyıları çok güzel mesîre yeridir. Göl çevresi çam ormanları ile kaplıdır.

Akşehir Gölü: Çevresi ormanlarla kaplı olan gölün kıyıları güzel mesîre yerleri ile doludur. Gölde sazan ve turna balıkları ile av kuşları vardır.

Damla Kayası: İl merkezi yakınında Sille bucağında ağaçlıklı ve suyu bol bir mesîre yeridir.

Kaplıcalar ve içmeler:

Konya ilinde çok sayıda kaplıca vardır. Fakat bunların bir kısmında konaklama tedâvi tesisleri yeterli değildir. Başlıcaları şunlardır:

Ilgın Kaplıcası: Ilgın’a 2 km uzaklıktadır. Türkiye’nin en bakımlı kaplıcalarından biridir. Modern bir kaplıca olup romatizma, nefrit, polinefrit, kadın ve cilt hastalıklarına faydalıdır.

Çavuşçu Köyü Ilıcası: Ilgın ilçesine 10 km uzaklıktadır. Tesisleri mevcut olmayan bu ılıcaya bölge halkı banyo için gitmektedir.

Seydişehir Ilıcası: Seydişehir’e 1,5 km uzaklıkta ağaçlar ve bahçeler arasındadır. Romatizmal hastalıklar başta olmak üzere çıbanlara ve kaşıntılı yaralara iyi gelmektedir. Tesisleri yeterli değildir.

Kuşaklı Çamuru ve Kaplıcası: Beyşehir’e 25 km uzaklıktadır. Çevresi ağaçlarla kaplıdır. Romatizma, çıban, ekzama ve diğer deri hastalıklarına iyi gelmektedir. Tesisleri yoktur.

Höyük-Köşk Köyü Hamamı: Beyşehir-Karaağaç karayolunun doğusunda Höyük ilçesine 5 km uzaklıktadır. İçme şeklinde kullanıldığı zaman özellikle böbrek hastalıklarına faydalıdır.

Kocaeli ilinin tarihi ve turistik yerleri

kocaeli_ilinin_tarihi_turistik_yerleri
Marmara Bölgesi’nin Kuzey doğu kesiminde yer alan Kocaeli, tarihi gelişimi M.Ö.ki yıllara dayanan ve izleri halen günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin yaşandığı bir bölgedir.
İlk çağlarda, Bithynia adı verilen bölgede kurulan kentler, sırasıyla, Olibya, Astakoz, Nicomedia, İznikmid, İzmid ve Kocaeli adlarını almıştır.

Asya ve Avrupa doğal geçiş yolları üzerinde önemli bir kültür, ticaret ve jeopolitik köprü işlevi gören kent, M. Ö. bugünkü İzmit’in güney doğusuna, Başiskele çevresine yerleşen Megaralı göçmenler tarafından M.Ö. 712 yılında kurulmuş ve Astakoz adını almıştır. Kent, M.Ö. 300 yılına kadar yöreye egemen olmuş, M.Ö. 500-435 yılları arasında bağımsız bir kent olarak yaşamış ve kendi adına sikke bastırmıştır. M.Ö. 262 yılında Astakoz halkı, bugünkü İzmit’in bulunduğu alanda kurulan bölgeye yerleşmiş ve kent Bithynia kralı olan Nikomedes dolayısıyla Nikomedya adını almıştır. Nikomedya 1331 yılında Osmanlı egemenliğine geçtikten sonra, önce İznikmid, daha sonra İzmid (İzmit) adını almıştır.
İzmit ilk olarak 11. yy ‘ın sonlarında Selçuklular zamanında Türk egemenliğine alındı. (1078) Daha sonra Haçlı Seferleri sonunda kısa bir süre Haçlı Ordusu komutanı Aleksios Komnenos tarafından işgal edildi. Türk egemenliğine kesin olarak geçişi, Orhan Bey döneminde oldu. 1331 yılında Uçbeyi akçakoca tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. İl, Kocaeli adını ise, bu yöreyi Osmanlı Devleti’ne katan, Osman Bey ve oğlu Orhan Bey’in uç beylerinden olan Akça Koca’dan almıştır.
Bu tarihten sonra kente, önce İznikmid, daha sonra İzmid (İzmit) adı verildi. Kent en parlak dönemine Kanuni Süleyman zamanında ulaştı. 19.yy İstanbul-İzmit arasında işleyen ve 1873 yılında Haydarpaşa-Ankara demiryolunun kente ulaşmasından sonra İzmit’in ticari ve sosyal yaşamı canlanmaya başladı.
I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımlar sonucu önemini bir süre yitiren ve İngilizler ile Yunanlılar tarafından işgal edilen İzmit, 27 Haziran 1920 de Türk Orduları tarafından işgalden kurtarıldı. Cumhuriyet Döneminin başlarında İzmirt Kocaeli ilinin merkezi oldu ve 1950’ li yıllardan sonra hızla gelişerek büyük bir sanayi ve ticaret merkezi haline geldi.

Kandıra- Kefken yolu yakınında, Babadağ'dadır. 1234-1328 yılları arasında yaşadığı sanılan Kocaeli fatihi Akçakoca Bey'e ait anıt mezarın yapım tarihi 1974'dür. Dışa açık piramidal gövdeli anıtın merkezinde basamaklarla çıkılan podyum üzerinde Akçakoca Bey'in mezarı yer almaktadır.

Akmeşe Güvercinlik Köyü Aslanpınar-Büyüktepe mevkiindedir. 1993 yılında kaçak kazı sonucunda tahrip edildiği öğrenilen tümülüse İzmit Müze Müdürlüğü müdahale etmiş ve bir kurtarma kazısı yapmıştır. Roma dönemine ait kesme taşlardan meydana gelen dromoslu bir mezar odası ortaya çıkarılmıştır. Yapılan incelemeler sonucunda tümülüsün daha önceki dönemlerde tahribe uğradığı tespit edilmiş, birkaç parça kemik dışında buluntuya rastlanılmamıştır.

Gebze'ye bağlı Tavşanlı Köyündeki "Tabiat Parkı ve Doğal Sit Alanı" ilan edilen Ballıkayalar vadisi 1,5 km uzunluğunda 40-80 metre genişliğindedir. Dağcıların iniş ve tırmanış yaptıkları Ballıkayalar Vadisi kireç taşlarının erimesi sonucu gelişen jeomorfolojik şekilleri ile karstik boğazdır.

Karamürsel’e bağlı Karapınar Köyünün güneyinde; Suludere’nin süzülerek yarıp geçtiği toplam 180 dekarlık bir vadiyi oluşturan Başdeğirmen, ilçenin en gözde ve aranılan piknik ve mesire alanlarından biridir.

Samanlı Dağları’ndan beslenen Suludere’nin temiz, berrak ve buz gibi sularının değerlendirildiği Başdeğirmen’de işletilen tesislerde yılda 24 ton alabalık yetiştirilmektedir. Müşterilere burada yetiştirilen alabalıkların pişirilerek sunulduğu 250 kişilik kapalı 250 kişilikte açık olmak üzere toplam 500 kişilik nezih bir balık lokantası da yaz kış hizmet vermektedir. Yeşilliklere bezenmiş ormanlara iç içe, kuş ve su seslerinin armonisini sunan bu harika ortam ilçe merkezine asfalt karayoluyla 9 kilometre mesafededir.

225 yıllık tarihi bir çınar ağacının simgelediği Başdeğirmen vadisine giderken yol boyunca zeytin bahçeleri ve müstakil evlerin bulunduğu kıvrımlı yokuşlardan tepeye doğru çıktıkça, aşağılarda kalan mükemmel körfez manzarasını daha net görüyorsunuz.

Birkaç günlük şirket programları, grup gezileri ve hafta sonlarını geçirmek isteyen aileler için ideal bir yer olan Başdeğirmen’den dönüşte buradan köy ekmeği, köy peyniri, yumurta, tereyağı ve bal gibi doğal yiyecekler satın alınabilir.

Sultan Abdülhamit döneminden çeşitli onarımlar geçirerek günümüze kadar ulaşmıştır. İç süslemeleri o günkü canlılığını korumaktadır

Kocaeli İli, Gölcük İşletme Müdürlüğü Yuvacık ve Naldöken Orman İşletme Şeflikleri sınırları içinde kalan Beşkayalar mevkii Bakanlık makamının 27 02 1998 tarih ve M.P.G. M.P.A.I.B.K. 01 / 190 sayılı olurları ile Tabiat Parkı ilan edilmiştir. I Derece Doğal Sit Alanıdır Beşkayalar Tabiat Parkı 1154 Ha dır. Bu alanın 386 Ha Yuvacık Orman İşletme Şefliği sınırları içersinde, geri kalan 768 Ha Naldöken Orman İşletme Şefliği sınırları içinde kalmaktadır. Beşkayalar Tabiat Parkı Servetiye Karşı ve Servetiye cami düzü köylerinin hudutları içinde kalmakta olup,İzmit'e mesafesi 24 km dir. Beşkayalar Tabiat Parkı Yuvacık Orman İşletme Şefliğinin sınırları içinde olan 78-79-80-100-101-102 nolu bölmelerin tamamı ile 103-104 ve 105 nolu bölmelerin bir kısmı ile Naldöken Orman İşletme Şefliğine ait 69-70-71-72-76-77-94-95-96-97-98-99- ve 124 nolu bölmeleri kapsamaktadır. Beşkayalar Tabiat Parkı 1 / 25 000 ölçekli BURSA G 23 - c3 ve BURSA G 23 -c 4 gizli paftalarında yer almaktadır. Beşkayalar olarak ilan edilen 1154 Ha sahanın 1057 Ha Ormanlık alan, geri kalan 97 Ha ormansız alandan oluşmaktadır.

1992 – 1993 yıllarında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi uzmanları ile temasa geçilerek mezar odası yerinin tespiti amacıyla arazi araştırmalarına başlanılmış, Üçtepeler Köyü girişinde bulunan tümülüsün manyetik anomali haritaları çıkarılmıştır. Jeofizik uzmanları Oğuz GÜNDOĞDU, Ali ERDOĞAN ve ekibi ve arkeologlarında bilimsel katkıları ile mezar odasının yeri ve tümülüse güneyden giriş yönü tespit edilmiştir. 1994 yılında, 12 metre yüksekliğinde ve 75 cm çapında olan Tümülüs kamulaştırılmış, İzmit Müze Müdürlüğü’nce de arkeolojik kazısı yapılmıştır. Kazı sonucu Erken Roma Dönemi’ne tarihlenen dromoslu bir mezar odası bulunmuştur. Mezarın mimarisi Aytepe Tümülüsü’nden farklıdır. Dromos uzunluğu daha kısa olmasına karşın mezar odasında üç kişiye ait olduğu anlaşılan kırık parçalar halindeki kliniklere rastlanmıştır. Kesme taş ve beşik tonozlu mimari özellik gösteren büyük tümülüsün de daha önce soygun geçirdiği tespit edilmiştir. Tümülüsün korunabilmesi amacıyla 1994 yılında, özel bir firmanın bir miktar hibesi ve Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla dromosun devamı şeklinde beşik tonozlu bir giriş ilave edilerek kapı takılmıştır. Ancak geçen altı yıl içerisinde heyelan nedeniyle yapılan giriş kapısı da toprakla örtülmüştür.

İzmit’in Orhan Câmii yanında bulunan çeşmenin kitabesinden ve çeşitli kaynaklardan öğrendiğimize göre, Canfedâ Hâtun tarafından yaptırılmış, zamanla harâb olmaya yüz tutmuş olduğundan Sultan II. Mahmud sarayının hazinedar ustası Su‘âda Usta tarafından 1242(1826) yılında suyun kaynağından itibaren tamamen tamir ettirilmiştir. Yine bir arşiv kaynağında 1847’de yeniden tamire muhtaç duruma geldiği anlaşılmaktadır. Cephede aynalık kısmı üzerindeki kitabede sülüs yazı ile H.1243 (M.1827) tarihi bulunan çeşmenin hazne kısmı beton sıvalı olup yakın zamanda onarım görmüştür.

Halk arasında Çarşı Hamam, Çifte Hamamlar olarak da adlandırılan hamam, Çoban Mustafa Paşa Camisi’ne vakıf amacıyla yaptırılan bu hamamın iki kubbesi, yanında ise geniş bir sarnıcı bulunmaktadır. Yapıda muntazam kalker taşları kullanılmıştır. Pencerelerinin kemer ayaklarına kadar üçer sıra, tuğla ve bir hatıl geçirilmiş olup, bütün pencerelerinin kemerleri tuğladan örülmüştür. Gebze’nin bu en büyük hamamı halen kullanılmakta olup, zaman zaman onarım görmüştür.

Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman'ın vezirlerinden Mustafa Paşa tarafından Gebze'de yaptırılmıştır. 16. yy.'da Mimar Sinan ve Mimar Acem Ali tarafından bir menzil külliyesi olarak inşa edilmiştir. Cami, han, tabhane, paşa odaları, imaret, medrese, kütüphane, hamam ve türbeden meydana gelen bir yapı topluluğudur.

Burası adı gibi adeta bir cennet. 1991 yılında kurulmaya başlayıp 1993 yılında ziyarete açılan Türkiye'de eşi olmayan , 500'e yakın kuş türünün yanı sıra, 300'den fazla çeşit bitki, yüzlerce çeşit hayvan burada doğal ortama eş şartlarda barınıyor. 140.000 metrekarelik hayvanat bahçesinde, çocuk parkı, cafe ve dinlenme üniteleri içinde çocukların heyecanını paylaşabilir mutlu yüzler görebilirsiniz.

Hayvanat bahçesinde kuşların yanı sıra, muzip maymunlar, koi balıkları, tropikal bölge hayvanları, bahçe malzemeleri satış galerisi, birbirinden cazip eşyaların sergilendiği market en çok ilgi çeken yerler arasında yer alıyor. Muhabbet kuşları toy, turna kuşu türlerinin kafeslerini gezmeyi bitirdiğiniz an karşınıza cazip hayvan aksesuarlarının sergilendiği bir galeri çıkıyor. Hiç aklınızda yokken bile gördükleriniz karşısında acaba "ne beslesem" sorusunu düşünmeye başlıyorsunuz. Karar verdiyseniz, besleyeceğiniz tür hayvanın araç, gereç, giyim-kuşam, yem, ilaç, tüm ihtiyaçlarını bulabiliyor, birbirinden ilginç şirin hayvan resimlerinin bulunduğu t-shirt, anorak, maskot türü şeyleri de alabiliyorsunuz.

Parkın bir başka bölümündeki havuz içinde palyaçolar kadar renkli Japon Koi balıkları görülüyor. Dünyanın en pahalı balıkları olan Koiler, Japonlarca talih, saadet ve uzun ömür ifade ediyor. 120 değişik rengi tespit edilen balıklar, 50 ila 120 sene yaşayabiliyor ve insan dostu olarak tanınıyor. Korkmasını hiç öğrenememiş bu balıklar havuza yaklaşınca önünüzde toplanıyorlar.

Gezinizin devam ettiği bölümlerde güzel sürme gözlü ceylanlar, karacalar, heybetli boynuzlarıyla ağırbaşlı geyikler ve antiloplarla tanışıyorsunuz. Bu tanışmanın ardından seyredenleri kahkahalara boğan maymunların bahçesine geliyor, karşılıklı bakışmalarla maymunların yaptığı muzipliklere şahit oluyorsunuz.

Maymunlardan şişman, tembel pelikan kuşlarına oradan kuğuların yüzdüğü havuzlara, deve kuşu, lama, midilli atları, zebra ve tavşanların bulunduğu bölümden dönüp tavuk türleri, baykuş, akbaba, deve ve kendini sevdiren atların bulunduğu bölüme gelince saati unutuyorsunuz. Ara sıra bağıran hayvanların sesleri onları taklit etmeye çalışan çocukların bağırışlarına karışırken bu defa yorulanlar için dinlenme üniteleri, cafeler, çocuk bahçeleri gibi seçenekler devreye giriyor.

Hayvanat bahçesinde fotoğraf çekenler için kısa sürede karta basan laboratuarlar dahil ziyaretçiler için her şey düşünülmüş. Parkın tropik merkez ve akvaryum bölümlerinde nadide canlı türlerini görebilir, bahçe içinde yer alan ilginç bitki türlerini inceleyebilir, parkta beğendiğiniz bir hayvanı sahiplenerek sponsorluğunu üstlenebilir veya gönüllü üye olabilirsiniz.

Gebze Demirciler Köyünde bulunan konak 19. yy. Osmanlı mimarisinin en başarılı örneğidir. İçindeki kalemişi bezemeler ve mimari üslup açısından Kocaeli ilindeki tek örnek olma özelliğine sahiptir.

Kale eski çağlarda İzmit Körfezinin güneyindeki geçişi kontrol altında tutan Eskihisar Köyünün kuzey doğusundadır. Kalenin Bizans döneminde, limanı korumak amacıyla yapıldığı sanılmaktadır. Osmanlılar tarafından da kullanılan kale 1998 yılında restore edilmiştir. Kalenin antresi konser etkinlikleri için kullanıma açılmıştır

1843 yılında Hereke Fabrika-i Hümâyûnu adıyla Hereke’de kurulan fabrika, Osmanlı İmparatorluğu’nun o tarihe kadar halı ve ipekli dokuma alanında kurduğu en kapsamlı fabrikasıdır.

1800’lü yıllarda başlatılan Türk sanayiinin geliştirilmesi çalışmaları kapsamında açılan bu fabrika, kuruluşundan başlayarak sürekli yenilik ve değişiklikler yaşamıştır. Fabrika, o yılların öncü teknolojisini kullanmakta ve Osmanlı devleti adına milli dokumacılık ürünlerinin geliştirmesi ve çağdaşlaştırılmasına öncülük etmekteydi. Öyle ki, Hereke Fabrikası’nın en üst kalitedeki ürünleri; Osmanlı sanayisi’nin bir vitrini niteliğindeki başta Dolmabahçe olmak üzere padişaha ait saray, köşk ve kasırlarda yer alıyordu. Öte yandan bu konuda kolaylık sağlaması için Dolmabahçe Sarayı yapılırken, “Hereke Dokumahanesi” adıyla sarayın bünyesinde bir de atölye kurulmuştu.

Cumhuriyet Dönemi’nde de çalışmasını sürdüren Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası; günümüzde bir Müze-Fabrika olarak üretimini sürdürmekte ve konumuyla benzerleri arasında özel bir yer tutmaktadır.
dağ turizmi açısından çok elverişli bir konumda olan Kartepe. İzmit'in güneydoğusundadır. Yüksekliği 1606 m'dir. Çam, kayın, ıhlamur ağaçlan ve rengarenk çiçeklerle çevrilmiş yoldan Kuzu Yaylası'na gelindiğinde temiz havanın, panoramik manzaranın ve vahşi doğanın birbiriyle kaynaştığı görülür.

Kış sporlarının yapıldığı diğer turistlik bölgelerimizden deniz manzaralarına sahip birkaç dağdan biri olması nedeniyle ayrı bir gü­zellik taşıyan Kartepe, yaz ve kış faydalanılabilecek bîr özelliğe sahiptir.

Kartepe ormanları ve Kuzu Yaylası, günübirlik turizme hizmet vermekte, düzenleme çalışmaları halen sürdürülmektedir. Ayrıca Türki­ye'nin en nefis alabalık cinsi Kartepe üzerindeki küçük göllerde mevcuttur. Günümüzde bahar ve yaz aylarında gezilmeye daha elverişli olan Kartepe'nin bu özellikleri dikkate alınarak kış sporlarının yapılabileceği bir turizm merkezi haline getirilebilmesi İçin çalışmalar devam etmektedir.

Kırklareli İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri

kirklareli-tarihi-turistik-yerler
Antik Kentler
Neolotik dönemden Helenistik döneme kadar muhtelif kavimler tarafından iskan edilmiştir. 1993 yılından beri yapılan çalışmalarda kemik, taş ve metal buluntular elde edilmiştir. Aşağıpınar'ın kuzeyinde yer alır. Anadolu tunç yerleşmeleriyle tam olarak benzeşen yerleşim alanlarından biridir.

İlk tunç çağı yerleşimlerinde olduğu gibi yerleşim yeri bir şehir sur duvarı ile çevrilidir. Adeta Truva şehrinin küçük bir kopyasıdır. Sur  duvarlarının içerisinde Megaron (avlulu ev tipi)'lar bulunmaktadır. Bunların dışında İlde bilinen birçok yerleşim yeri (höyük) bulunmaktadır. Tilkiburnu (Pınarhisar yakınlarında yaklaşık M.Ö.4000), Koyunbaba Höyüğü, Helvacı Şaban Höyüğü bunlardan bazılarıdır.

Tümülüs ve Kaya Mezarları
Kırklareli İl sınırları dahilinde tescilli 92 adet tümülüs bulunmaktadır. Kırklareli tümülüslerinin Tunç Çağının sonlarından (M.Ö.14-13 yy. - M.S.3 yy.) başlarına kadar devam ettiği kazılarla anlaşılmaktadır. Bunlar; Kırklareli A,B,G tümülüsleri, Alpullu Höyük Tepe Tümülüsü, Lüleburgaz Kepirtepe Tümülüsü, Düz Orman Tümülüsü, İslam Bey Tümülüsüdür.

(Kapaklı Kaya Mezarları): Trakya'da çok sayıda görülen anıt mezarların erken safhası olarak kabul edilir. Tespit edilen dolmenlerin (M.Ö.1300-800) kullanım gördüğü anlaşılmaktadır. Bunlar; Kofçaz, Dereköy, Kadıköy, Kula, Geçitağzı, Kapaklı, Düzoralan Köyleri yakınlarında  bulunmaktadır. Kırklareli çevresinde çok sayıda bulunmaktadır. Esas kullanım süreci Erken Demir Çağı'dır.Bunlar Kırklareli Merkez Erikler, Değirmencik, Ahmetçe Köyleri, Lüleburgaz Civarı.

Cami ve Külliyeler
Kırklareli Merkezindedir. 1303'de Kösemihalzade Hızır Bey tarafından yaptırılan külliye hamam, cami ve arastadan oluşmaktadır. Osmanlı dönemine ait olan külliye ilin en önemli tarihi eseri olma özelliğine sahiptir. Hamamı, çeşmesi ve camisiyle bir  kompleks oluşturmaktadır. Lüleburgaz ilçesinde bulunmaktadır. 1570 tarihli külliye camisi, hamamı, medresesi ve kervansarayı ile görkemli bir Osmanlı yapıtıdır.

Babaeski ilçesinde bulunmaktadır. Mimar Sinan'ın yapıtı olan caminin 1561-1565 yılları arasında yapıldığı sanılmaktadır.

Kilise ve Manastırlar
(Gazi Süleyman Paşa Cami) Vize ilçesinde bulunmaktadır. Kale mahallesinde surlar arasında bulunan Kilise, Gazi Süleyman Paşa tarafından XVI. yy.da camiye çevrilmiştir. Vize İlçesinde bulunmaktadır. İlçenin kuzeybatısındaki vadinin yamacında, kayalara oyularak yapılmıştır. Vize ilçesinin Kıyıköy beldesindedir. Tümüyle kaya kütlesinin içi oyularak biçimlendirilmiş olup üç bolümden oluşmaktadır. Kırklarelinde bulunan diğer manastırlar; Kaya Manastırı (Kaynarca) Bizans Dönemi Vize Mağara Manastırı (Vize Asmakaya Mevkii) Bizans Dönemi Ayanikola Manastırı (Kıyıköy) dır İnanç Turizmi

Plajlar
Kırklareli, yaklaşık 50 km' lik doğal bir kumsala sahiptir. Plajların en önemlileri Kıyıköy, İğneada ve Kastros'tur.

Vize'ye 40 km. mesafede bulunmaktadır. Karadeniz'e egemen, kayalık bir zemin üzerinde bulunan Kıyıköy Beldesi, tabiat harikasi iki doğal sit arasında bulunmaktadır. Bu derelerde alabalık, sazan ve kefal balıkları avlanabilmekte, motorla ya da kayıkla  gezinti yapılabilmektedir. Pabuçdere ile deniz arasında dar uzun ve temiz bir kumsal bulunmakta ve burada yazın kamp kurulabilmektedir. Kıyıköy'de günübirlik kullanıma yönelik güzel balık lokantaları ile cafeler dışında konaklama olanakları da  mevcuttur. Ev pansiyonculuğu ileri seviyededir. Demirköy'e 25 km. Kırklareli'ne ise 97 km. mesafede bulunan İğneada, 40-50 m. genişliğinde ve yaklaşık 10 km. uzunlusunda bir kumsala sahiptir. İğneada, özellikle yakın çevresinde bulunan çok sayıdaki birinci derece doğal sit alanları ile ilgi  çekmektedir. Kıyıköy'e 18 km. Kırklareli'ne ise 85 km. mesafede yer alan Kastros plajları, 500 metre uzunluğunda ve 200 metre genişliğinde bir alan kaplamaktadır. Denizi berrak, sahili ince kumlu ve yer yer kayalık bir yapıya sahiptir. Plajın kuzeyi ve güneyi  ormanlarla kaplıdır. Plaj alanında çadırlı kamp, lokanta, büfe, WC, çay bahçesi, içme suyu gibi ihtiyaçlara cevap verecek tesisler bulunmaktadır.

Milli Parklar ve Korunan Alanlar
Kırklareli Tabiatı Koruma Alanları

Mağaralar
Kırklareli'nde Türkiye'nin önemli mağaralarından olan Dupnisa Mağarası dışında Vize/ Kıyıköy'de Kaptanın Mağarası ile Kiyıköy Mağarası, Vize/ Balkaya'da Domuzdere ve Yenesu Mağaralarıdır.

Kırklareli Mağaraları

Kuş Gözlem Alanı
İğneada Ormanları