tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
28 Ağustos 2015 Cuma
Türkiye’de Yapılması Gereken 25 Şey
Türkiye’de bu 25 şeyi yapmadan dünyadan göçüp gitmeyin…
1. Ocak ayında Çıldır Gölü’nde balık tutun.
2. Trans Kaçkar yürüyüşü yapın
3. Nemrut’ta gün batımını izleyin
4. Mardin sokaklarında kaybolun
5. Pamukkale’de antik havuzda yüzün
6. Çoruh Nehri’nde rafting yapın
7. Fethiye’den Antalya’ya Likya yolunu yürüyün
8. Baba Dağı’ndan yamaç paraşütü ile uçun
9. Efes Harabeleri’ni keşfedin
10. Konya’da Mevlana’nın izini sürün
11. Van Gölü’nde yüzün
12. Kapadokya’yı balonla keşfedin
13. Valla kanyonunu geçmeyi deneyin
14. Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkın
15. Mavi yolculuk ile Ege’yi keşfedin
16. Selçuk’ta paraşüt ile atlama yapın
17. Doğu Ekspresi ile İstanbul’dan Kars’a yolculuk yapın
18. Van’da kahvaltı yapın
19. İstanbul’da Eminönü-Anadolu Kavağı vapuruna binin
20. Hasankeyf’in büyüsüne kapılın
21. Bozcaada’da Ege kültürünü tanıyın
22. Çeşme’de sörf sporunu öğrenin
23. Kaş’ta dalış yapın
24. Urfa’da sıra gecelerine katılın
25. Eskişehir’in dinamik hayatını keşfedin
25 Eylül 2012 Salı
Tunceli İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Tunceli tabiî ve târihî güzelliklerin kucaklaştığı şirin bir ilimizdir. Kış sporları, her mevsim avlanmaya müsait hayvanları, vâdilerinde soğuk ve berrak suları ve çağlayanları ile Doğu Anadolu'nun İsviçre'sidir. Bu sayısız imkânlara rağmen turizm alt yapı tesisleri yoktur. Organizasyon noksanlığı ve ulaşım zorluğu yüzünden turizm hiç gelişmemiştir. Başlıca târihî eserleri şunlardır:
Eski Câmi: Çemişgezek ilçesinde Selçuklular zamânında yapılmıştır. Taş işçiliği çok güzeldir.
Yalmaniye Câmii: Çemişgezek ilçesinde, Tîmûr Han zamanında Tâceddin Yalman tarafından yaptırılmıştır. Yapım târihi kesin belli değildir. Sonradan yapılan tamirler ve ekler belirgin bir şekildedir. Sâdece câminin ana giriş kapısı ilk yapısını koruyabilmiştir. Selçuklu ile Osmanlı mîmârisi arasında geçiş dönemi eseridir. Penceresi üzerinde bulunan, halk tarafından kıymetli-taş adı verilen oymataş paha biçilmeyen târihi bir eserdir.
Elti Hâtun Câmii: Mazgirt ilçesinde 1252'de Elti Hâtun adına yapılmıştır. Genelde sâde bir câmidir. Elektrik tesisatı çekilirken kitâbesi tahrip edilmiştir. Câmi çevresinde bulunan taşlardan câminin külliyesi olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Elti Hâtun adına yapılmış bir de kümbet vardır.
Baysungur Câmii: Pertek ilçesinde kalenin eteğinde yer alır. 1572'de Pertek Beyi Baysungur tarafından yaptırılmıştır. Taç kapı ve mihrabın taş işçiliği çok güzeldir. Yukarı Câmi olarak da bilinir.
Çelebi Ali Câmii: Pertek ilçesinde 1570 senesinde yaptırılmıştır. Kesme ve moloz taştandır. Câminin batı duvarında eyvanlı çeşme, onun yanında da minâre vardır. Tek kubbeli bir câmidir.
Sağman Câmii: Pertek ilçesinin Sağman köyündedir. 1555'te Selçuklulardan Keyhüsrev Beyin oğlu Sâlih Bey tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Tek kubbelidir.
Eski eserler:
Bağın Kalesi: Mazgirt ilçesi Faraç köyündedir. Asurlulardan kalmadır. Çivi yazılı sütun vardır.
Pertek Kalesi: Pertek'te kayalık bir tepe üzerindedir. Selçuklular yapmış, Osmanlılar tâmir etmiştir. Hâlid bin Velid hazretleri tarafından fethedilen kale, Hicrî 19 yılında tâmir edilmiş, kapısının üstündeki Karakuş heykeli kaldırılarak yerine Arabî bir kitâbe konulmuştur. Kale, Selçuklulardan sonra Osmanlılar tarafından tâmir ettirilmiştir. Güney cephesinde yontma taşlar arasına kırmızı sert tuğlalar konmuş, aralarına mâvi çiniler yerleştirilmiştir. Kale içinde sarnıç ve binâ harâbeleri vardır. Kale güneyinde Murâd Nehri kenarında yüksek kayalar üzerinde Pertek Beylerine âit binâlar vardır. Çocikli adı verilen çinili adalar Mengüç Beylerine âittir. Sağman Kalesi: Pertek'in 15 km uzağındadır. 1555'te sancak beyi Sâlih Bey yaptırmıştır. Mazgirt Kalesi: Selçuklulardan kalmadır. Kaleye bir mağaradan girilir. Mağara önünde 40 merdiven vardır. Surların bir kısmı yıkılmıştır. İçinde bir yel değirmeni bulunur ve bu değirmen tahrip olmuştur.
Târihî köprüler içinde Çemişgezek, Pertek veMazgirt ilçelerinde Selçuklu ve Osmanlılardan kalma köprü kalıntıları vardır.
Mesire yerleri: Tunceli'de Munzur Vâdisi dışında Mercan Vâdisi boyları ve Tunceli-Erzincan karayolu çevresi tamâmiyle mesire yeridir. Başlıca mesire yerleri şunlardır:
Munzur Vâdisi Millî Parkı: Tunceli-Ovacık arasında uzanan Munzur Vâdisi "Millî Park" olarak îlân edilmiştir. Bu vâdinin tabiî güzelliği eşsiz güzelliktedir. Munzur Suyundan ise bol ve çeşitli alabalık çıkarılır. Çevresi av hayvanları ve bu gibi su kaynakları ile doludur. Ayı, kurt, vaşak, tilki, su samuru, sansar, porsuk, sincap, tavşan, dağ keçisi, geyik ve iki bin çeşit kuş vardır. Nehirlerinde 14 çeşit alabalık kaynaşır. Dağ tepelerinde bir yazdan öteki yaza kar ve buz ulaşan bir beldedir. Köpüklü sularında, sarp yamaçlarında vahşi bir güzellik gizlidir. Kekliği meşhur olup, türkülere geçmiştir. Dört mevsim ayrı güzelliği vardır. Vâdiler ilkbahar ve yazın yemyeşildir. Kışın kar kalınlığı genellikle 150 cm civârındadır.
Karagöl Çağlayanı: Tunceli-Pülümür arasında mesire yeridir. Dereova Çağlayanı: Nazimiye'dedir. Manzarası çok güzel bir mesire yeridir. Mercan Vâdisi ve Çağlayan: Dereova bucağındadır. Ormanyolu Çayı: Çemişgezek'tedir. Keban Baraj Gölü: Kenarları çok güzel manzaralarla süslüdür. Harçik Vâdisi; Tahar Vâdisi; Kırk Gözeler: Munzur Nehrinin çıktığı yerdir.
Mazgirt Kaplıcası: Mazgirt ilçesinin Bağın köyündedir. Tedâvi için basit bir havuz, konaklama için de küçük bir motel vardır. Kaplıca suyu içme olarak, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelir. Metabolizma rahatsızlıklarında, banyo olarak damarları genişletir, romatizma, nevralji ve kadın hastalıklarına faydalıdır.
Tunceli ilinde bâzı meşhur efsâneler de vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
Munzur Efsanesi: Bu efsâne Munzur Irmağının kaynağına âittir. Söylendiğine göre, vaktiyle bu civarda yaşayan zengin bir köylü hacca gitmiş. Kendisinin sadık ve dürüst bir çobanı varmış. Hanımı evde helva pişirirken çoban yanına gelip Hacda bulunan ağasına helva götürmek için tabağa helva koymasını istemiş. "Ağam sıcak helvayı çok sever, sıcak sıcak bir kepçe helva koy da götüreyim." demiş. Kadın bunun imkânsız olduğunu bildiği için; "Çobanın canı helva istedi galiba, bolca koyalım da yesin." diyerek bir tabağa helva doldurup çobana vermiş. O anda hac mahallinde namaz kılmakta olan ağa, çobanı görmüş. Çoban; "Hanım sana helva gönderdi." deyip bir anda kaybolmuş.
Ağanın hacdan döneceği haberi köye gelince herkes kendisini karşılamaya çıkmış. Çoban da eline tâze sağdığı bir tas süt alıp, bunların arasına katılmış. Ağa köye gelişinde biriken halk kendisinin elini öpmek ve ona hürmette bulunmak için yürüyünce, topluluğa hitâben hacdayken yediği helvayı kastederek; "Hürmete lâyık ve eli öpülecek olan kişi ben değilim. O, aranızda bulunan çobanım Munzur'dur." deyince, halk çobanın eline sarılmak istemiş. "Ağam beni mahvettin" diye çoban kaçmış. Şimdiki Munzur Nehrinin çıktığı yere gelince ayağı bir taşa takılarak düşmüş ve elindeki süt dökülmüş. Sütün döküldüğü yerden beyaz köpüklü bir su fışkırmış. Bu Munzur'un ilk kaynağını teşkil etmiştir. Hâlen bu menbânın suyu köpüklü beyaz süt renginde akmaktadır.
Pülümür bölgesine âit efsâne: Efsâne çarıklı aşiretine âittir. Aşiretin reisi Şah Hüseyin Beydir. Eşyâlarını benekli bir öküze yükleyerek Doğu bölgesinden Batıya doğru âilece hareket ederler. Bir gece gördüğü rüyâda öküz nereye yatarsa orayı yurt tutmak ilhamını alması üzerine öküzün yattığı Pülümür'ün Ağa Şenliği bölgesini yurt edinir. Evin inşâsı sırasında Hızır aleyhisselâm, ak sakallı bir dede şeklinde gelerek evin bir tarafına kalın bir direk diker ve ortadan kaybolur. Bu direğe Kali Sipe (Beyaz İhtiyar) adı verilmiştir. Rivâyete göre 1266 târihinde binânın yanması üzerine halk kaçmış, bilâhare döndüklerinde direğin yanmadığını görmüşlerdir.
22 Eylül 2012 Cumartesi
Tekirdağ İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Marmara ve Karadeniz’de kıyıları bulunan Tekirdağ, güzel ormanları, târihî eserleri ve tabiî kumsallarıyla güzel bir ilimizdir. Başlıca târihî eserleri şunlardır:
Rüstem Paşa Külliyesi: Ertuğrul Mahallesinde Kânûnî Sultan Süleymân Hanın damadı Rüstem Paşa tarafından 1553’te Mîmar Sinân’a yaptırılmıştır. Külliye; câmi, hamam, bedesten, medrese ve kitaplıktan meydana gelmiştir. Günümüze orijinal şekliyle câmi, kütüphâne ve bedesten ulaşmıştır. Câminin tek ve geniş kubbesi ve yazıları bir sanat şaheseridir. Medrese yıkıntı hâlindedir. Hamamın sâdece taş ve tuğla duvarlarından bir kısmı kalmıştır. Bedesten altı kubbeli dikdörtgen bir yapıdır. Taş ve tuğla karışımından inşâ edilmiştir. Câmiye 1841’de Sultan Abdülmecîd devrinde son cemâat yeri ilâve edilerek ortaya beşgen saçaklı ve on musluktan şadırvan inşâ edilmiştir.
Orta Câmi: Kürkçü Sinân Ağa tarafından yaptırılmıştır. Eski câmi yıkılmış olup, günümüzdeki câmi 1854’te eskisinin yerine yapılmıştır. Câmi duvarları kalın taşlardan olup, çatısı kiremitle kaplıdır.
Hasan Efendi Câmii: Hasan Efendi Mahallesinde olup, 1627’de Hasan Efendi tarafından yaptırılmıştır. Hasan Efendinin mezarı yanındadır. Minâresi tâmir görmüştür.
Sultan Süleyman Câmii: Çorlu ilçesinde çarşı içindedir. 1521’de yapılan câmi kesme taştan kare plânlı yapı yuvarlak kubbeyle örtülüdür. Tek şerefeli minâre silindirik gövdelidir.
Ayas Paşa Câmii: Saray ilçesinde Sadrâzam Ayaz Paşa tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştan küçük bir yapıdır. Ana mekan kubbeyle örtülüdür. İnce silindirik gövdeli minâre tek şerefelidir. 1569’da yapılmış olan câminin avlusunda Kırım hanlarından İkinci Devlet Giray Hanın (v. 1725), İkinci Fetih Giray Hanın (v. 1746), İslâm Giray Sultanın (v. 1772), Üçüncü Selim Giray Hanın (v. 1785), Dördüncü Devlet Giray Hanın (v. 1780) ve Şahbaz Giray Hanın (v. 1792) kabirleri vardır.
Tekirdağ Müzesi: Eski çağlarla Osmanlı devrine âit eserler sergilenir. Oldukça zengin sayılır.
Eski Eserler: Marmara Ereğlisi: M.Ö. 601’de Samoslar tarafından kurulmuş eski bir şehirdir. Karaevli Köyü: Târihî bir Trak şehridir. Eski adı Mokapora (Mocasura) idi. Germeyan Köyü: Roma Devrinde Aproi-Apros-Apri isimli bir şehirdi. İnecik: Eski Trak şehridir. Roma devrinde gelişmiştir. Barbaros (Banados): M.Ö. 6. asırda kurulmuş târihî bir şehirdir. Mesinli Kale Kalıntıları: Çorlu ilçesine bağlı Mesinli köyündedir. Beşiktepe: Merkez ilçeye bağlı Ahmedikli ve Hacıköy arasında beşiğe benzer tepede kale kalıntıları vardır. Güneşli: Saray ilçesi yakınında eski bir yerleşim merkezidir.
Mesire yerleri: Tekirdağ, uzun kumsalları, bağları ve ormanlarıyla tabiî güzellikler açısından zengin bir ilimizdir. Yaz ortasında deniz kıyıları yöre halkının ve İstanbulluların akınına uğrar. Başlıca mesire yerleri şunlardır:
Barbaros; Tekirdağ’ın 8 km yakınında kumsalı çok güzel bir sâhil şerididir.
Kumbağ: Tekirdağ’ın 15 km yakınında deniz kıyısında bir tâtil köyüdür.
Sığ Deniz: Kumsalı, tabiî plajı, bağları ve ormanıyla çok sayıda turistin geldiği bir yerdir.
Çamlıköy: Saray ilçesinin Karadeniz kıyısındaki çok güzel manzaralı, tabiî plajlı ormanla denizin kucaklaştığı bir yerdir. Bahçeköy Deresinin Kastro’da Karadeniz’e döküldüğü yerde bir gölcük meydana gelmiştir. Bu gölcükte kayıkla gezilir ve gölcükte bol miktarda kefal balığı bulunur.
Çorlu Çamlığı: Çorlu-Lüleburgaz arasında soğuk ve güzel suları ve gür çam ağaçlarıyla süslü bir mesire yeridir.
Değirmenaltı: Tekirdağ’a 8 km mesâfede deniz kıyısında güzel bir mesire yeridir.
Mürefte: Denizi, kumsalı, üzümü, balığı ve manzarasıyla meşhur bir kıyı kasabasıdır.
Marmara Ereğlisi: Yaz turizmine çok müsâittir. Her zaman bol balığı vardır. Neresi kazılsa târihî eser çıkmaktadır.
Şarköy: Denizi, meyveleri, güzel suları ve yeşilliğiyle şirin bir dinlenme yeridir. Kıyıda faytonlar bulunmaktadır.
Eriklice, Gaziköy, Hoşköy, Karaevli, Topağaç ve Uçmakdere tabiî güzellikleriyle isim yapmış diğer tâtil ve dinlenme yerleridir.
Tekirdağ av turizmine müsâittir. Çil, çulluk, keklik, sarıasma, üveyik, yaban ördeği, yaban kaz ve tavşanı avlanır. Tekirdağ’ın Marmara’da 130 km, Karadeniz’de 3 km sâhili vardır.
Kaplıca ve İçmeleri: İlde önemli sayılacak kaplıca yoktur. Olanlarda da konaklama tesisleri mevcut değildir.
Avşar İçmesi: Tekirdağ’a 21 km uzaklıkta Barbaros bucağının Çanakçı köyü yakınındadır. Mîde rahatsızlıklarına faydalıdır.
Yarapsun Çamuru: Tekirdağ-Muratlı arasında Tekirdağ’a 7 km mesâfede bulunan 21-24°C sıcaklıktaki bir çamurdur. Bikarbonat bakımından zengin olan çamur, romatizma ağrılarına iyi gelir.
Etiketler:
bakım,
Gezi Rehberi,
konaklama,
kozmik,
kozmik bakım,
kozmikbakım,
oteller moteller,
resteurantlar,
seyahat,
Seyahat Rehberi,
tarih,
Tarihi,
Tekirdağ İlinin,
Turistik Yerleri,
turizm
7 Eylül 2012 Cuma
Osmaniye İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Osmaniye; görülmeye değer tarihi, arkeolojik ve turistik yerleri ile, E –5 ve D-400 Devlet Karayollarının kesiştiği, Haydarpaşa-Bağdat Demiryolunun üzerinde önemli bir konuma sahiptir.Aynı zamanda Akdeniz’e 20 Km, en uzak yaylaya ise 25 Km uzaktadır.
Osmaniye il sınırları içinde, M.Ö. 312 yılarında Selefküsler tarafından kurulmuş olan Bodrum kalesi Kastabala (Hierapolis) şehri ile Romalılardan kalma Hemite Kalesi bulunmaktadır. Ören yerleri olarak; Kınık şehri (Öranşar Kalıntıları), Akyar köyünde Romalılardan kalma susuz bir kuyu, Fakıuşağı köyünde 50 kadar mağara, Osmaniye’nin ilk kuruluş yerinde eski iskana ait bina kalıntıları, Samseki civarında Teknetaş öreni, Ürün yaylasında Arap çukuru, Delitop’ un kurulduğu yer olan Karatepe (Milli Park alanı içerisinde ve açık hava müzesidir), Yarpuz merkezinde Issızca Kalesi, tarihi hamam kalıntıları, Domuz dağının tepesinde Cafer-i Tayyar Türbesi, Tüysüz köyünde curuf kalıntıları ve gözenekli leçelik bulunmaktadır.
Osmaniye iline 15 km uzaklıktaki Kesmeburun köyü ve Bahçe köyü sınırları içinde kalan, yörede Bodrum Kale olarak anılan Hierapolis-Kastabala (Ören Yeri ) MÖ 1.yy'da yerel bir kral olan Tarkondimotes'un krallık başkentiydi. Tarkondimotes, Octavianus'a karşı savaşan Marcun Antonius'un tarafında Actium deniz savaşında ölmüştür. Octavianus'un Roma imparatorluğunu kurmasından sonra kent halkı affedilmiş ve Auguston'un ölümünden önce de kent imparatorluğa dahil edilmiştir.
Merkezi Kastabala' da bulunan ana tanrıça Artemis kültü ve bu kültün tapınağı nedeni ile kent antik devir din tarihinde büyük rol oynadı. Her yıl düzenlenen kült törenlerine Ceyhan nehri (Pyrames) kıyısında bulunan bir çok kent katılmaktaydı. Bu kült törenlerinin en önde gelen özelliği rahibelerin kor haline gelmiş kızgın kömürler üzerinde çıplak ayaklarıyla yürümeleriydi. Kent, imparator Valerian döneminde Hierapolis-Kastabala ya da "Pyramen" kenarındaki "Hierapolis" adıyla da anılmaktaydı.
MS 260 yılında Sasani kralı 1.Şapur tarafından ele geçirildi. Erken Bizans devrinde Kastabala'lı akrobatların ün saldığı bilinmektedir. 5.yy. başlarında Bizans İmparatorluğuna baş kaldıran İsauralı Balbines tarafından ele geçirilen kent, kısa bir süre sonra Anazarbos (Anavarza) metropolüne bağlandı. Kent 431'de Efes'te yapılan konsile katıldı. MS 525 ve 561 yıllarında meydana gelen iki şiddetli depremden önemli ölçüde etkilendi. Müslüman Arap ve Türk akınlarıyla bir kaç kez el değiştiren ve orta çağda yalnız kalesinde oturulan Kastabala, 14.yy.da Ramazanoğullarının eline geçtiği zaman tamamen terk edilmiş durumdaydı. 1978 yılında müze uzmanlarınca sütunlu yol ve tiyatroda yapılan temizlik çalışmaları esnasında tiyatronun orkestra ve cavea kısımları meydana çıkarıldı.
Halen düzenlenmesi yapılmamıştır. Kastabala' nın oldukça iyi durumda günümüze ulaşan antik yapı kalıntıları arasında en önemlisi hiç şüphesiz sütunlu caddesi ve 5000 seyirci kapasiteli tiyatrosudur. Bunun yanı sıra 6.yy. Bizans dönemine tarihlenen ve Roma yapılarından devşirme malzeme ile inşa edilmiş olan çokgen apsisli iki kilise, 13 .yy. da Haçlı seferleri esnasında yapılmış olan kale, Roma hamamı, stadyumu, kentin dört bir yanını çevreleyen nekropolleri (Kaya oyma ve anıt mezarları) kentin yaklaşık 5 km kuzey - doğusunda Ceyhan nehri üzerindeki akuadük (su kemeri) kalıntısıyla Kastabala, Osmaniye'nin ve yörenin en önemli ören yerlerindendir.
Karatepe-Aslantaş kalesi ( Ören Yeri ), Son Hitit döneminde, MÖ 8. yy' da kendisini Adana Ovası Hükümdarı olarak tanıtan Asativatas tarafından, Andırın ovasına (Bugünkü Aslantaş baraj gölü) hakim, doğal bir tepe üzerine kurulmuştur. Altı , taş temel, üstü kerpiç, burçlarla donanmış bir kale du-varı ile çevrilmiştir. Kale içinde hükümdarın yazlık av köşküne, hizmetlilere, askerlere, atlara ait binalarla, depolara ait taş temel kalıntıları açığa çıkartılmıştır. MÖ 720 ya da 680'de Asur saldırısına uğramış, yakılıp yıkılmış, toprak ve bitki örtüsü altında kalmıştır.
TOPRAKKALE KALESİ
İlk yapıldığı tarih bilinmeyen Toprakkale, Abbasiler döneminde Harun Reşit'in Çukur-ova'yı fet-hinde (786) Haruniye kalesi ile birlikte siyah taş kullanılarak yeniden yapılmıştır. Abbasiler "Al-Kenisa-Tüs Savda:Kara Kilise", Hamdaniler (10 yy.)"Tel-Hamdün adını vermişlerdir. kaledeki beyaz taş dekorasyon ve yuvarlak formlu mazgal delikleri Memlük dönemi mimarisi üslubundadır. Kale 1517'den sonra Osmanlı döneminde bir süre kışla olarak kullanılmış ve terk edilmiştir. Kale yığma tepe üzerine inşa edilmiştir. Osmanlılar "Kınık Kalesi" demişlerdir. Toprakkale;Çardak, Bodrumkale, Hemite, Anavarza ve Tumlu kalelerinin görüş ve kontrol alanı içindedir. Bu kale, Osmaniye'ye 7 km'lik asfalt yolla bağlıdır. 1960'lı yıllarda restore edilmiş ve çevresi kıs-men ağaçlandırılmıştır.
KAYPAK (SAVRANDA) KALESİ
Osmaniye'nin doğusunda, Kaypak yolu üzerinde 30 km'lik asfalt yol ile bağlıdır. Kalecik barajının yanında yer almaktadır. Kalenin çevresi 800 metredir. Dikdörtgen biçiminde olup surları 7-10 metre, burçları ise 8-10 metre yüksekliktedir. 12 burcu ve kulesi vardır. Kale Romalılardan kalmadır. Osmaniye'den Gaziantep' e giden transit yolun 30. km.den sağa sapıp Kaypak bucağına giderken yolun kenarında tatlı bir eğimle akan Kaypak çayının güney sırtlarında inşa edilen kalenin çevresi 800 metre kadardır. Araziye uydurularak dikdörtgen biçimde kurulmuştur. Güney doğu-kuzey ve batı yönlerini Kaypak çayının keskin yamaçlarına, doğusunu sert kalkerli kayaların dikleşen böğrüne dayayarak o taraflardan gelecek tehlikeleri bu şekildeki tabii sütrelerle önlemiş bulunmaktadır. Bütün gücünü gü-neydeki bir noktaya veren Savranda kalesi bu yöndeki sur ve burçları aşılması güç denecek derecede yükseltilmiştir. Bu sebeple kaleye açık bulunan tek kapısından girilir.
Tabandan itibaren kayalar üzerin-den oyulan merdivenler bu kapıya kadar yükselir. Etrafında müdafaa suru veya hendeği yoktur. Kale içerisindeki düzlük çam ağaçları ile kaplıdır. Kale meydanında su sarnıçları, bina kalıntıları vardır. Güneyden kuzeye doğru girişin devamı olan ince bir yol uzanır. Kuzeye bakan surun dibinde 2 metre tabii sütreli bir geçit, Kaypak çayına kadar iner. Burçların içleri boş, ikişer katlıdır. Hepsinin altından kale meydanına açılan kapılar bulunmaktadır. Surun üzerinden geçen yol, burç-ları birbirine bağlamıştır. Çamların arasından fışkırırcasına yükselen kale, tabiat güzellikleri ortasında görülmeye değer bir durumdadır. Ortaçağ kalelerindendir. Bir çok defa yenilenmiştir.
HEMİTE KALESİ (GÖKÇEDAM KÖYÜ)
Osmaniye'nin 20 km kuzey batısında bulunan Hemite kalesi, il merkezine asfalt yolla bağlıdır. Ceyhan nehrinin kenarında, sarp bir tepe üzerinde kurulmuştur. Üç kemerli, yontma taştan yapılmıştır. İkişer katlı 20 burçtan ibaret surlar; 8-10 metre yükseklikte ve 1500 metre uzunluğundadır. Romalılar dan kalan tiyatro, saray, tapınak ve hamam kalıntıları dış surların içindedir.
ÇARDAK KALESİ
Osmaniye'nin doğusunda ve 6 km'lik uzaklıktadır. Kale, Çardak köyünün üst tarafında 200 metrelik sarp bir tepe üzerindedir. Çardak köyünden yaya olarak gidilebilir. Kale, dikdörtgen biçimin-de ve 10 burçludur. Romalılardan kalma bir kaledir.
Ovada, aynı adlı köyün hakim bir tepesi üzerindedir. ''Ata binmiş süvari'' Kabartması nedeniyle kalenin Hierapolis-Kastabala kentinin kurucusu ve kralı Tarkondimotos tarafından M.Ö.39'da yaptırıldığı sanılmaktadır.
DİĞER KALELER
A - Kötü Kale : Gebeli mahallesinde, doğuda 1 km uzaklıktadır.
B - Dereobası Kalesi : Dereobası köyü merkezinde, güneyinde küçük bir kale ve doğusunda ikinci bir kale vardır
C - Mitisin Kalesi : Zorkun merkezine yaklaşık 2 km uzaklıkta ve kuzeydedir. Mitisin yay lasından sonra yürüyerek gidilir.
D-Fenk Kalesi : Zorkun yolunda, Olukbaşı yaylasını geçince, sol tarafta yaklaşık 3 Km. uzaklıktadır. Her türlü araçla gidilebilir.
E-Karakışla Kalesi : Osmaniye şehrinin güneydoğusunda, eski Hurma köy yerine 6 Km uzaklıktadır.
F- Kırıklı Kalesi : Osmaniye merkezinin doğusunda ve Kırıklı köyündedir.
Korsan Kenti
Nur dağlarında, Küllü Köyünün batısında tek çıkışı olan çok sarp ve geniş bir tepenin üzerindedir. Çok sayıda sarnıç olması nedeniyle halk arasında buraya sarnıç denilmiştir.Kilikya valisi Çiçeron'un verdiği bilgiye göre Roma İmparatorluğunun kuruluş yıllarında M.Ö. 1. y.y.de kendilerine (Özgür Kilikyalılar) adını veren Selefkos korsanlarının kurduğu kenttir. Adına da (pindenissium)denilmiştir. Antik devirde İsos limanına gelen gemileri soyan korsanlar sonra da buraya kaçıyor ve saklanıyorlardı. Kentin nekroholü 3 km güneyindeki(Gavurören)adı verilen kaya oyma mezarlardır. Sarnıç'a ve Gavurörene Küllü'den sonra yaklaşık 2 km kadar bir patika yoldan ulaşılmaktadır. Yaylaları Çukurovada ve Osmaniyede yaylacılık geleneği ve buna bağlı olarak yayla trizmi çok yaygındır. Yaz aylarında 40C'yi geçen hava sıcaklığı nedeniyle halk 2100m'ye kadar ulaşan yükseklikdeki doğa güzelliği ve zenginliği nedeniyle (Botanik bahçesi) gibi olan dumanlı dağlara, Torosların Çukurova'ya bakan yamaçlarındaki yaylalara çıkarlar.
OSMANİYE-KARATEPE-ASLANTAŞ GEÇ HİTİT KALESİ
Karatepe-Aslantaş; Adana (bugün Osmaniye) İli, Kadirli İlçesi sınırlarında M.Ö. 8. yüzyılda, yani Geç Hitit Çağında, kendisini Adana Ovası hükümdarı olarak tanıtan Asativatas tarafından, kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi olarak kurulmuş, Asativadaya diye adlandırılmıştır. Kalenin batısında, güney ovalardan Orta Anadolu yaylasına geçit veren bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan Irmağı (Pyramos), bugün ise Aslantaş baraj gölü yer almaktadır. Yüksek kulelerle donatılmış T-biçimli anıtsal iki kapı binası kale içine açılıyordu. İki kule arasından, üstü açık bir geçitten sonra bir eşiğin arkasında bazalttan mil yatakları içinde dönen anıtsal ahşap bir kapı aşılarak bir sahanlığa, bunun yanında iki yan odaya, gene sahanlıktan da kale içine giriliyordu.
Güneybatı kapı binasının iç tarafındaki kutsal alanda çifte boğa kaidesi üstünde Fırtına Tanrısı'nın boy heykeli yer alıyordu. Kapı binalarının iç duvarları bazalt bloklara işlenmiş arslanlar, sfenksler, yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını sergileyen kabartmalardan oluşan duvar kaplamaları ile donatılmıştır. Bugüne kadar bilinen Fenike ve Hiyelogrif (Luvca) yazı sistemlerindeki en uzun çift dilli metin birer kere her iki kapı binasına; Fenikece 3. bir örneği de kutsal heykel üzerine işlenmiştir. Böylelikle, Fenike metninin okunabilmesi sayesinde, henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş olan, Anadolu'da M.Ö.2.bin yılının başlarına kadar geri giden hiyerogliflerin nihai çözümüne olanak sağlayan bir anahtar ele geçmiş oldu.
İşte bu yüzdendir ki Karatepe-Aslantaş yazıtları Mısır hiyerogliflerinin okunmasını sağlayan ünlü Rosetta taşına benzetilmiş, uluslararası bir üne kavuşmuştur. M.Ö. 2. bin yılda Anadolu'ya hakim olan, başkenti bugünkü Boğazköy (tarihsel Hattuşaş) olan Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 yıllarında "deniz kavimleri" baskını sonucunda parçalanıp dağıldıktan sonra, Torosların güneyinde Malatya, Sakçagözü, Maraş, Kargamış, Zincirli gibi bazı krallıklar kurulmuş, bunlar daha sonra, çeşitli aşamalarda Asurluların eline geçmiş yağmalanmışlardır. Asativatas'ın hükümdarlığı işte bu döneme rastlar. Kurduğu kale de büyük olasılıkla Asurlular tarafından M.Ö. 720 sıralarında Salmanasar V, ya da M.Ö. 680 yıllarında Asarhaddon tarafından yakılıp yıkılmış ve terkedilmiştir.
Astivatas'ın Seslenişi
Ben gerçekten Asativatas'ım
Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısı'nın kulu
Avariku'sun büyük kıldığı, Adanava hükümdarı
Beni Fırtına Tanrısı Adanava kentine ana ve baba yaptı ve Adanava kentini ben geliştirdim
Ve Adanava ülkesini genişlettim, hem gün batısına, hem de gün doğusuna doğru.
Ve benim günümde Adanava kentine refah,tokluk, rahatlık tattırdım, ve Pahara depolarını doldurdum
Ata at kattım, kalkana kalkan orduya ordu kattım, herşey Fırtına Tanrısı ve Tanrılar için,çalımlıların çalımını kırdım.
Ülkede kötü olanları ülke dışına attım
Kendime bey konakları kurdum, soyumu rahata kavuşturdum ve baba tahtına oturdum, bütün krallarla barış kurdum.
Krallar da beni ata bildiler, adaletim, bilgeliğim, ve iyi yüreğim için.
Bütün sınırlarımda güçlü kaleler kurdum, kötü kişilerin, çete başlarının bulunduğu sınırlarda;
Mopsos evine boyun eğmeyenlerin hepsini ben , Asativatas, ayağımın altına aldım.
Buralardaki kaleleri yok ettim, kaleler kurdum ki Adanavalılar rahat ve huzur içinde yaşaya.
Gün batısına doğru benden önceki kralların alt edemediği güçlü ülkeleri alt ettim.
Ben Asativatas, bunları alt ettim, kendime kul ettim ve onları ülkemin gündoğusuna doğru, sınırlarımın içine yerleştirdim.
Ve günümde Adanava sınırlarını gün batısına, gerekse gün doğusuna doğru genişlettim.
Öyle ki, önceleri korkulan yerlerde, erkeklerin yola gitmekten korktukları ıssız yollarda, günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır.
Ve benim günümde bolluk, tokluk, rahat ve huzur vardı.
Ve Adanava ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu.
Ve bu kaleyi kurdum ve ona Asativadaya adını vurdum,
Fırtına Tanrısı ve tanrılar beni buna yönelttiler, ta ki bu kale Adana ovasının ve Mopsos evinin koruyucusu olsun.
Günümde Adana ovası topraklarında bolluk ve huzur vardı,
Adanava'lılardan günümde kılıçtan geçen kimse olmadı.
Ve ben bu kaleyi kurdum, ona Asativadaya adını vurdum.
Oraya Fırtına Tanrısı'nı yerleştirdim ve ona kurbanlar adadım; yılda bir öküz, çift sürme zamanı bir koyun, güzün bir koyun adadım.
Fırtına Tanrısını takdis ettim, bana uzun günler, sayısız yıllar ve bütün kralların üstünde büyük bir güç bahşetti.
Ve bu ülkeye yerleşen halk öküz, sürü, bolluk ve içkiye sahip oldu, dölleri bol oldu, Fırtına Tanrısı ve tanrılar sayesinde.
Asativatas'a ve Mopsos evine kulluk ettiler.
Ve eğer krallar arasında bir kral, prensler arasında bir prens, hatırı sayılır bir insan Asativatasan'ın adını bu kapıdan siler, buraya başka bir ad yazar, bunun ötesinde bu kente göz diker ve Asativatas'ın yaptırdığı bu kapıyı yıkar, yerine başka bir kapı yapar ve ona kendi adını vurursa, aç gözlülük, kin ya da hakaret amacıyla bu kapıyı yıkarsa, o zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı ve Evrenin Güneşi ve bütün tanrıların gelen kuşakları bu kralı, bu prensi ya da hatırı sayılır kişiyi yeryüzünden sileceklerdir.
Yalnızca Asativatas'ın adı ölümsüzdür, sonsuza dek,
Güneşin ve Ayın adı gibi.
6 Eylül 2012 Perşembe
Ordu İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Ordu tabiî güzellikleri, târihî eserleri, güzel kıyıları, içme ve kaplıcaları ile şirin bir ilimizdir.
İbrâhim Paşa Câmii: 1800 senesinde İbrâhim Paşa tarafından yaptırılmıştır. Orta Câmi adıyla da bilinir. Düz çatılı olup mîmârî özelliği bulunmayan yapının orjinal mihrabı Selimiye Camiine taşınmıştır. Minâresi çift şerefelidir.
Yalı Câmii: Şehrin ilk kuruluş zamânında yapılan câminin yanması üzerine 1894’te Hacı Hasan Efendi tarafından yeniden yapılmıştır. Deniz kıyısında olup Azîziye Câmii olarak da bilinir.
Selimiye Câmii: 1926’da başlanan câmi ancak 1956’da ibâdete açılabilmiştir. Mihrabı Selçuklu bezeme sanatının bir örneğidir.
Eskipazar Harâbeleri: Eskipazar köyünde bulunan bir câmi ve iki hamam harâbeleri Hacı Emiroğulları Beyliğinden kalmıştır. Bölgedeki en eski Türk yapıları olan bu târihî eserler çok yıkık vaziyettedir. Bu köyün eski ismi Bayramlı Kasabasıdır.
Mesîre yerleri: Denizle ormanın birleştiği Ordu ilinin her tarafı mesire yeri özelliğindedir. Sâhilleri tabiî plaj özelliğindedir. Başlıca mesîre yerleri şunlardır:
Boztepe: İl merkezinin güneyinde yer alan Boztepe 450 m yüksekliktedir. Tepeden şehir tamâmen görülür. Manzarası çok güzel ve çam ağaçlarıyla kaplıdır.
İnönü Mağaraları: Fatsa ilçesinde yalçın ve dik kayaların eteğindedir.
Cambaşı Yaylası: İl merkezine 61 km uzaklıkta olup denizden 1850 m yükseklikte bir mesîre yeridir. Turistik tesisler vardır. Yaz aylarında çok güzel dinlenme yeridir.
Kaplıca ve içmeler: Ordu, şifâlı su kaynakları bakımından da hayli zengindir. Bir kısmında tesis yoktur. Başlıca kaplıcaları şunlardır.
Sarmaşık Kaplıcası: Fatsa ilçesine bağlı Bolaman köyündedir. Tesisleri vardır. Banyo ile romatizmal hastalıklar, içilmek sûretiyle de mîde, barsak ve böbrek hastalıklarına faydalıdır.
Şıhman İçmesi: Gölköy ilçesine bağlı Şıhman köyü yakınlarındadır. Tesisleri olmayan içme suyu mîde rahatsızlıklarına, idrar yolları ve böbrek hastalıklarına iyi gelir.
Bununla beraber Eskipazar bölgesinde, Bayramlı adı verilen Eski Selçuk dönemi yerleşmesinin adı, 1398 yıllarında Halipia adı ile anılmaktadır. Yıldırım Beyazıt''ın tarihte Samsun''u ele geçirmesi ile Halipia emiri Giresun Fatihi Hacı Emirzade Süleyman Bey Osmanlı hakimiyetini kabul ederek, bölgeyi Osmanlılara terk etmiştir. Ordu ili M.Ö. I. Binde Hitit hakimiyeti sınırları içine girmiştir.
Kotyora ise VIII. yüzyılda Miletliler tarafından kurulmuştur. Şehrin bugünkü Bozukkale mevkii olduğu belirtilmekte ise de, kale küçük ve XI. yüzyıllarda yapılmış bir karakoldan başka bir şey değildir. Çevrede de şehrin varlığını kanıtlayacak Arkeolojik buluntulara rastlanılmamıştır. Muhtemelen eski Kotyora''nın yine Bayramlı civarında Delikkaya ve yöresinde bu bölgede bulunan çok sayıdaki arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Ordu toprakları Medler ve Perslerin yaşantısına da sahne olmuştur.
M.Ö. 400 yıllarında 10 binlerin Ric''atı sırasında Ordu''nun antik şehre gelişi ve meşhur Ksenefon nutuklarına sahne oluşu önemli tarihi bir olaydır. Ordu ili daha sonraki devirlerde Roma ve Bizans hakimiyetine girmiş ve 1204-1264 yılları arasında ise Kommenus toprakları sınırları içinde kalmıştır. XIII. yüzyılda Selçuklu Devleti sınırları içinde yer alan Ordu, XIV. yüzyılda Osmanlı egemenliğine girmiştir. Ordu ilçesi 1920 yıllarına kadar Trabzon vilayetine bağlı bir kaza iken, 17 Nisan 1920 tarihinde merkezi Ordu olmak üzere Canik Sancağına bağlı olan Fatsa kazası da Ordu''ya bağlanmıştır.
Etiketler:
bakım,
gezi,
güzel kıyıları,
içme,
kaplıcaları,
konaklama,
kozmik,
kozmik bakım,
kozmikbakım,
Ordu tabiî güzellikleri,
seyahat,
Seyahat Rehberi,
tarih,
târihî eserleri,
Travel,
turizm
28 Ağustos 2012 Salı
Mardin İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Bunları biliyor muydunuz..
- Mardinin Venedikten sonra yapı dokusu bozulmamış 2. şehir konumunda olduğunu;
- 1600 yıllık mabet olduğunu,
- Mardin halkının eski zamanlarda mangal ateşi etrafında Kürsü denilen düzenekle ısındıkları,
- Eski zamanlarda mutfak eşyalarının temizliği için kül, kil ve toprak kullanıldığı,
- Bağımsızlıklarını savaşarak değilde kıvrak zekaları ile kazandıklarını,
- İlk üniversite eğitiminin Kasım Padişah Medresesinde gerçekleştiğini,
- Mardin Müzesinin ilk zamanlarda Patrikhane olarak kullanıldığını, seçim binası, kooparatif binası, sağlık ocağı, çarşı karakolu aşamalarından sonra müzeye dönüştürüldüğünü,
- Gümüş işçiliğinin Türkiye merkezi olduğunu ve bu işçiliğe Telkari adı verildiğini,
- Yemek kültürünün Fransız mutfağından esintiler aldığını,
- Sasani kumandanlarından Mardiusun kendi imar ettiğini,
- Mardinin gecelerinde gerdanlığı andırdığını,
Taşın insan yaşamındaki yerini, insan emeğinin taşı nasıl şekillendirdiğini görmek için dinlerin, mezheplerin harman olduğu Mardine gitmeli. İklimi sert karasal iklimdir. Yazlar oldukça kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır. Bu sebeple tercihiniz, yaz sezonunda Mardin güzelliklerini yaşamak olsun.
Mardin gerçek anlamda bir müze şehridir. Bir kalenin üzerine oturtulmuş olan şehir, eski ve yeni olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Mardin in 1960'lı yılların sonunda şehrin tamamının SİT alanı ilan edilmesiyle şehir içine yeni inşaat yapımı yasaklanmıştır.
Mardin de baştan sona yürüyerek 15-20 dakika sürebilecek bir zamanda gezebilirsiniz. Araçların tek yönlü çalıştığı yalnız bir cadde vardır. Kendinizi 16.yy da hissedeceğiniz Mardin anlatılmaz yaşanır...
Önce Mardin kent merkezi içindeki önemli noktaları, evleri, medreseleri, kiliseleri, daha sonra ilçeleri Deyrulzafaran Manastırı başta olmak üzere Dara, Midyat ve Hasankeyf’i içine alan geniş bir alanı gezilmeli. Dünya Süryaniliğinin merkezi olan Deyrulzafaran, su sarnıçları ile Dara ve yine dünyadaki yaşayan arkeolojik birkaç şehirden biri olan Hasankeyf'i de kattığınızda Mardin gezmeye doyulmaz bir şehir olarak karşınıza çıkar.
İlçenin genel görünümü ve Koçhisar (Ulu Camii)
Mezopotamyada sarı taşların egemen rengiyle, güneşin yansıttığı tonların buğday başaklarındaki zengin coşkusuyla gülümser Kızıltepe...
İlçenin en eski adı Dunaysır'dır. Daha sonra Koçhisar adını almıştır. Artukoğulları Döneminde gelişme gösteren kasaba bu dönemde Diyarbakır-Musul ve Urfa-Musul yolu üzerinde önemli bir ticaret merkeziydi.. 1931'de Kızıltepe adıyla ilçe merkezi olmuştur.
2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin kesin nüfusu 121.302'dir. Kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 75.819'dur. Mevcut nüfusun %62 si şehir merkezinde geriye kalan %38'i kırsal kesimde yaşamaktadır.
İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Dikmen, Gökçe, Şenyurt ve Yüceli kasabalarında beş belediye idaresi vardır.
Topraklarının %94'ü tarıma elverişli olan Kızıltepe ilçesinin başlıca geçim kaynağı tarım ve ticarettir. Özellikle son yıllarda pamuk tarımı önemli bir sıçrama göstermiştir. Tarıma dayalı sanayinin beklenen gelişmeyi GAP'ın ilçeye ulaşması ile sağlayacağı bilinmektedir. İlçenin E-24 Karayolu güzergahında olması nedeni ile ticaret sektörü günden güne büyümektedir. İl genelinde bulunan tarıma dayalı sanayi işletmeleri ile diğer fabrikalar Merkez ilçe ile Kızıltepe arasında bulunmaktadır. İlçe yolu güzergâhında havaalanının faaliyete geçmesi ile ekonomik yaşam biraz daha ivme kazanmıştır. Kızıltepe, merkez ilçe dahil olmak üzere bütün ilçeler içerisinde gelişme potansiyeline sahip en büyük ilçedir. İç göçleri kendine çeken özelliği ile bugün merkez ilçe nüfusunu ikiye katlamıştır.
İlçenin Genel Görünümü
Zeynel Abidin Camii
Mor Yakup Manastırından (İç Detay)
Mor Yakupta üçboyutlu taş işlemelerinin, taşları insanüstü bir gayretle sanat harikalarına dönüştüren sanatçıların diyarı Nusaybin ... Dünyaya ışık tutacak bilinmeyen medeniyetlerin tarihinin sedef kakmalı hazine sandığıdır Gırnavaz... Güzelliklerin, tarihin görkemleştirdiği Nusaybin, ovadaki yeşil kilimdir sanki Zeynel Abidine göz kırpan..
2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 81.899 kişidir. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 36.718 kişidir. Mevcut nüfusun %69'u şehir merkezinde geriye kalan %31'i ise kırsal kesimde yaşamaktadır.
İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Akarsu, Duruca ve Girmeli kasabalarında dört belediye idaresi vardır.
Çağ çağ deresinin hayat verdiği Nusaybinde pamuk ve tahıl tarımı önemlidir. İlçemiz çok güzel bir mesire merkezidir.
Nusaybinin bir diğer dikkate değer özelliği de yer altı zenginliğidir. Petrol çıkarılan bölgelerdeki gelişmişlik dikkati çeker. Suriye ile sınır ilçesi olması itibariyle zengin bir sınır ticareti potansiyele sahiptir.
MİDYAT
Midyat'ın coğrafi olarak konumu, doğusunda Dargeçit ilçesi, batısında Ömerli ilçesi, kuzeybatısında Savur ilçesi, kuzeyinde Batman iline bağlı Gercüş ilçesi, güneyinde Nusaybin ilçesi, güney doğusunda ise Şırnak iline bağlı İdil ilçesi yer almaktadır. Bu ad, ibadet edenlerin dağı, diyarı anlamında kullanılır. Bu bölgenin yüzölçümü 10.000 Kmden fazladır.
İlçenin ismi ve ilk kuruluşu konusunda, değişik görüşler bulunmaktadır. Bazı kaynaklara göre, İlçenin adı bir çok değişimlerden sonra Farsça, Arapça ve Süryanice karışımından meydana gelmiş AYNA anlamına gelmektedir.
Başka bir rivayete göre de Midyat, Mağaralar Kenti anlamına gelen MATİATENkelimesinden ismini almıştır. Bu görüşü ileri sürenler, MATİATE isminin Asur yazıtlarında M.Ö. 9.Yüzyılda geçtiğini ifade etmektedirler. Bu görüşe paralel olarak Midyatta ilk yerleşim yerinin mağaralar olduğunu gösteren Elath mevkiinin (Midyata 3 Km. uzaklıkta ve Acırlı Beldesi yakınında bulunan Ziyaret-Mesire Yeri) Romalılar döneminden günümüze kadar geldiği söylenmektedir.
1973 Mardin İl yıllığında İlçenin tarihçesi hakkında şu bilgiler yer almaktadır: Orta Asyadan göçüp Anadoluya gelen Eti Türkleri, Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat Nehirleri arasında yer alan ve verimli topraklara sahip olan bölgeye yerleşmişlerdir. ( M.Ö. 2000 yıllarında ) Bölgeden geçişleri sırasında Midyatı büyük bir mağara şehri halinde kurup, hayvanlarını da burada barındırmışlardır. Midyat'ın altındaki mağaralar o devirlerde barınak olarak kullanılmışlardır. Bu mağaraların birbirleri ile bağlantıları vardır. Daha sonraları bu bölgeye Orta Asya Türklerinin öncü göçebeleri olan Komuk Türkleri gelip yerleşir.
Bölgeye gelip yerleşen Komuklar, asırlarca Asurilerle savaşmışlardır. Bu dönemlerde Asurilerin birkaç defa bölgeyi ele geçirdiği görülmektedir. Ancak bu istilaları pek uzun sürmez ve her defasında çekilmek zorunda kalmışlardır. Nitekim Asur Hükümdarı Tıglatninip zamanında Komuklar, tamamen duruma hakim olmuşlardır. M.Ö. 500-100 yılları arasında bölge, değişik kavimlerin istilasına uğramıştır. Makedonyalılar, Persler, Romalılar bu bölgede hüküm sürmüşlerdir. Midyatın asıl meskun hale gelişi veya bölge olarak kuruluşu Selefkuslar devrine rastlamaktadır (M.Ö.180 Yılları).
M.S. V. yy kadar Hıristiyanlık bölgeye hakim olmuştur. VI. asırdan sonra, İslamiyet in yayılışı ile birlikte Arap akınları başlamış ve VII. yüzyılda Halit B. Velid orduları bölgeyi fethetmişlerdir. Abbasiler döneminde bölgede imar ve kalkınma hareketleri görülmüştür. Midyat köylerinin ekserisi Harun El Reşit döneminde kurulmuştur. Harun El Reşitin oğlu Memunun Türk-Arap karışımı olarak kurduğu büyük bir ordu Cizre-Mardin eski patika yolu boyunca yüz karakola yerleştirilmiştir. Mahalmiler böyle doğmuşlardır. Midyat ve çevresindeki köylere verilen MAHALMİ adı buradan gelmektedir. Mahalmi; yüz mahalle, yüz yer, yüz ordugah anlamına gelir ve bugün de Cizreden Mardine kadar eski patika yolu, özellikle eski Bağdat yolu üzerindeki (bu kervan yolu üzerindeki) bu köyler, Türkçe, Süryanice ve ağırlıklı olarak Arapça karışımı Mahalmice diye tabir edilen bir dili konuşur. Bu köyler: Söğütlü, Şenköy, Acırlı, Çavuşlu, Sarıkaya, Gelinkaya, Düzgeçit, Ovabaşı, Ziyaret, Estel Kesimi, Yolbaşı, Sarıköy, Düzova, Yayvantepe, Eğlence, Pelitli'dir.
Mahalmice konuşan bu köylerimizin sakinleri konusunda başka görüşler de vardır. Bir görüşe göre bunlar, Necef Çölünde yaşayan cengaver ve savaşçı Benihilal kabilelerinden. Büyük bir kısmının Orta Asyalı Türklerden olduğu da rivayet edilir. Cizre ile Mardin arasında Midyat bölgesinde yerleştirmekle Bizansa karşı hem savunma hem de futuhat politikası takip etmiş olan Memun, Estel Camiini ve Derizbin (Acırlı) Camiini inşa ettirmiştir. Prof. H. Hollerweger e göre, Mardinin doğusuna ve Midyatın batısına düşen Mhalmoyenin bir çok büyük köyü, 1209 yılından önce Hıristiyanlıktan İslamiyete geçmişlerdir
XI. yüzyılda Artuk Devleti genişleyerek, batıda Halep, doğuda Musul ve Bitlis, Kuzeyde Harput (Elazığ), güneyde Darzuru içine alır.İşte Midyat da, bu dönemde Mardin, Hasankeyf ve Musul eyaletleri arasında irtibat vazifesi gören bir bölge olarak en parlak devirlerinden birini yaşamıştır. Bu tarihte bölgenin merkezi Derizbin ( Acırlı ) köyüdür. Derizbin beyleri Artukoğullarına bağlı yarı müstakil bir beylik olarak hüküm sürüyorlardı. Mervaniler ve Eyyübilerden sonra Midyat 1535 yılında Bıyıklı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından ele geçirilmiştir. 1838 yılında Diyarbakır Valisi Ali Paşa tarafından ziyaret edilen Midyatta, bir redif taburu teşkil edilir.
1810 yılında ilçe olan Midyat, 1915te Cevat Paşa tarafından imar görülmüştür. Askeri Kışla, Cevat Paşa Camii ve Ulu Camii bu dönemde inşa edilmiştir.
2000 yılı Genel Nüfus Sayımı sonuçlarına göre ;56.669i merkez, 71,416 i köy olmak üzere toplam ilçe nüfusu 128 085 dir.Son yıllarda İlçe merkezine köylerden ve çevre ilçelerden yoğun bir nüfus göçü yaşanmaktadır.
ÖMERLİ
Yapılan bir araştırmada şu bilgilere yer verilmiştir. "Bugünün Ömerli ilçesi'nin (eski adıyla Maserti köyü) kimin tarafından ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Yapılan arkeolojik çalışmalara göre ilçe merkezi ile Beşikkaya (eski adıyla Fafit) köyünün taş kemer, kubbe mimari yönünden benzerlikleri ilginçtir. Bu mimari tarzını ilk olarak kullanan uygarlıklar Sümerler ve Asurlulardır. Tarihte Yukarı Mezopotamya olarak anılan ve Ömerli'yi de içine alan coğrafyada Asur Devleti kurulmuştur. İlçedeki Yaylatepe (Hıbatok), Göllü, İkipınar, Beşikkaya (Fafit), Maserti harabeleri incelendikçe bu yerleşim yerinin çok eski olduğu bölgenin Asurlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Türk İslam Devletlerinin hakimiyetinde kaldığı zaman zaman elde edilen paralardan ve heykellerden anlaşılmaktadır.
İlçe merkezinde tarihi eser olarak Süryanilere ait Süryani Kadim Mor Cırcıs Kilisesi vardır. Ne zaman kurulduğu belli olmayan bu kilise restore edilerek ibadete açılmıştır. Ömerli İlçesi ve çevresi için elde edilen belgelerin en eskileri Asurlara aittir. M.Ö. 1305 - 1274 tarihlerinden kalma kitaplarda Kaşinarı Dağları'ndan bahsedilmektedir. Bahsedilen bu yer Turabin'i yani Midyat, Ömerli, Mardin ve Cizre Bölgelerini kastetmektedir. Daha sonraki Roma ve Bizans kaynaklarında (Yunan yazarları Arrıanus ve Ptolemaeus'un eserlerinde Masion Dağı tabiriyle Mardin-Midyat Havzası'ndan bahsedilir. Bu havzanın en önemli merkezi de muhakkak ki Fafit (Beşikkaya Köyü) şehridir. M.S.589 tarihinde bu mıntıkada toplu halde Süryani, Nasturi, az miktarda Kildani ve Mahalmi yaşamıştır. M.S.1609 yıllarında Patrik Sotfo zamanında Müslümanlığı kabul etmişlerdir. Şehrin bir kaç devre geçirdiği yapılan kazılarda alt alta çıkan birkaç bina temelinden anlaşılmaktadır.
Bu kazılar esnasında mozaik tabanlı evler, kuyumculuk sanayinde kullanılan beyaz toz, Asur, Pers, Bizans, Arap ve Osmanlı Devleti'ne ait çeşitli paralar, heykel ve heykelcilik, kilden testi ve küpler üzerindeki çeşitli motifler, resimler, süs eşyaları arkeolojik kazılar sonucunda elde edilen ürünlerdir. Bilhassa Sümer ve Asurlular heykeltıraşlığa ve kral heykellerine önem verdiği için kazı neticesinde heykellere fazla rastlanması şehrin kuruluşunu eski tarihlere götürür. 1071 Malazgirt meydan muharebesinden sonra doğudan gelen Türk akıncıların, batıya geçerken bu yörede kaldıkları Süryani Kadim tarihinden anlaşılmaktadır.
1517 tarihinde Yavuz Sultan Selim Han'ın Mercidabık ve Ridaniye Savaşlarından sonra Mardin ve yöresi Osmanlı İmparatorluğuna ihlak olmuştur. Zamanla Türkleşmişlerdir.
Ömerli ilçesi (Maserti köyü) Cumhuriyet ilk yıllarında Savur'a bağlı bir bucak iken 1953 yılında ilçe olmuştur.
2000 yılı Ekim ayında yapılan Genel Nüfus tespiti sonuçlarına göre İlçenin Merkez Nüfusu 7.353, köylerin nüfusu 8.609 olmak üzere toplam nüfus 15,962 kişidir. İlçe Nüfus Müdürlüğü Kütükleri incelendiğinde Cumhuriyetin ilanından sonra düzenli nüfus kayıtlarının tutulmaya başlandığı tarihten bu yana Ömerli İlçesinin çeşitli idari yapı ve bağlılık değişiklikleri söz konusu olmakla birlikte, yaklaşık yüz otuz bin kişinin kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır. Nüfusun %49’u Erkek, %51’i kadındır.
İlçe merkezi (Ömerli), İl merkezine (Mardin) 28 Km uzaklıkta ve il merkezinin doğusunda kalmaktadır. İlçe, doğusunda Midyat, batısında Yeşilli, güneyinde Nusaybin ve İl merkezi, kuzeyinde Savur ilçesiyle komşudur. İlçenin toplam yüzölçümü 409 km2 kadardır.
İlçe sınırları içindeki arazi yapısı, birbirlerini izleyen ters tabakalar şeklinde olup, genel olarak kuzey-güney doğrultusunda bölünmüş derelerin etrafındaki rakımı 1100 ile 800 metre civarındaki tepelerden meydana gelmektedir. Arazi yapısı kapalı olup, boyu 0.50 metre ile 3.5 metre arasında değişen meşelik bitki örtüsüyle kaplıdır. Bitki örtüsünün yoğunluğu kuzeye doğru azalmaktadır. İlçe sınırları içerisinde kaynak veren derelerin de yardımıyla vadilerdeki kısmen düz araziler sulanabilmektedir. İlçede karasal iklim yaşanmaktadır. Yaz aylarında sıcaklık ve yağış düşüklüğü, kış aylarında sert soğuk ve kar yağışı gözlenmektedir.
GAVUR FIRINI
İlçe merkezinin kurulu bulundu dağ eteğinin doğu tarafında sıra sıra devam eden dağ yükseltilerinin güneydeki uzantısıdır.Sıra yükseltilerinden geniş bir ayrık ile ayrılmış olup yükseltinin ortasından daire şeklinde oyularak derinliği bu güne kadar ölçülmediği söylenen bir kuyu şeklindedir.
Dağın diplerine doğru inen kuyuya bu güne kadar bir çok inme deneme girişimine rağmen gittikçe genişleyen bir çapa rağmen, tam dibe inme girişimini kimsenin başaramadığı söylenmektedir. Kuyunun yörede Gavur Fırını olarak anılması bir çok söylentiye ve rivayete neden olmuştur.
Eğer macera ruhlu iseniz ve rivayetlere pek inanan biri değilseniz Gavur Fırını tam size göre, İlçemizi ziyaretinizde Gavur Fırınını mutlaka görün...
HZ.SİN VE HZ.SEYDOŞ TÜRBESİ
Hazreti Sin ve Hazreti Seydoş İslamiyeti yaymak amacıyla bölgeye gelen ve bu bölgede yaptıkları savaş sonucun da şehit olduğu sanılan iki kardeştir. Hz. Seydoş'un mezarı Derinsu köyünde bulunmakta ve bu tarihi mezarlık zaman içinde mezar hırsızlarınından dolayı harap olmuş durumdadır.
Mezarların mimari yapısı oldukça dikkat çekicidir. Bu çekicilik nedeniyle altın ve değerli eşyaların olduğu sanılarak tarihinin eskilere dayandığı bilinen fakat yeterli bilgiye sahip olmadığımız türbelerden bu güne kadar bir kaçı dayanabilmiştir.
Hz. Sin türbesinin bulunduğu yerdeki membanın akıcılığı ilginçtir. Bazen hiç kurumayacak gibi akan memba, bazı zamanlarda ise sanki hiç su akmamış bir kaynak görünümü vermektedir. Kız kardeşleri olarak bilinen Zîne'nin türbeside Hz. Sin türbesinin yaklaşık 700 metre kuzeydoğusudadır.
Çevre il ve ilçelerden oldukça ziyaretçi akınına uğrayan türbeler görülmeye değer bir yerdir.
Hz.Sin ve Seydoş türbeleri tavsiye edebileceğimiz görülmeye değer yerlerdendir
BABA ÖMER TÜRBESİ ve MEMBASI
Ballı , Alagöz ve Dumluca Köyleri arasında bulunan yatır ve iki ayrı yerden yüzeye çıkarak doğa ile kucaklaşan su kaynakları ile bölge insanın gönlünde ayrı bir yeri vardır. Bu su kaynakları yörede"Baumbar" olarak bilinir. Kaynakların etrafı söğüt ağaçları ile çevrili olup, piknik alanı olarak kullanılmaktadır. Buradan çıkan su ile Ballı, Beşkavak ve Dumanlı köylerindeki bahçe ve tarlalar sulanmaktadır. Bu piknik alanının bulunduğu yerde Babaömer adlı İslam ordularının sancaktarı olduğu sanılmaktadır. Babaömer'in mezarının olduğu çevrili alanın tavanının bir çok kere inşa edilmesine rağmen bilinmeyen bir nedenle çöktüğü söylenmektedir.
Kaynaklara ismini veren yatırda gömülü bulunan kişinin Rebet Kalesini kuşatan ve bu kuşatma sırasında yatırın bulunduğu yerde şehit olan İslam Ordularının sancaktarı olduğu sanılmaktadır.
Nasıl Gidilir: Birçok güzergahtan gidilmesine rağmen en fazla tercih edilen yol, araba ile Derik'e 13 Km mesafede bulunan Alagöz Köyü'ne, Köyden de yaklaşık 1,5 km güneybatı yönünde bulunan piknik ve ziyaret alanına gidilerek ulaşılır.
RABAT KALESİ
Derik İlçesinin 15 Km batısında ve Hisaraltı Köyü sınırları içindedir. Köyün kuzeyinde dar bir vadinin doğusunda 150 metre kadar yükseklikte bir tepenin üst düzlüğünde kurulmuştur. Sert kalkerli bir tepenin üzerinde kurulan Rabat Kalesi, Artuklu devrinin en büyük eserlerinden biridir.
Kalenin 1500 M çevresi, 15 burcu ve dört köşesinde dört gözetleme kulesi vardır. Burçların yüksekliği 15, surların yüksekliği ise 10 metredir. Bazı yerlerde surların yüksekliği 20 metreyi bulur. Kalenin doğuda ve batıda iki kapısı bulunmaktadır. Bu kapılardan kale içine girildiğinde , iç kalenin iki müdafaa duvarı ile tahkim edilmiş olduğu görülür. Bu üç müdafaa duvarları iç içe kapı ile birbiriyle irtibatlıdır. Kalenin üstü dümdüz bir alan görünümündedir. Binalar yer altında inşaa edilerek üstü toprak ile örtülmüştür. Düzlük yerlerde stun başları ve aslan kabartmaları görülmüştür. Yer altındaki saray kalıntıları, erzak ambarları, su sarnıçları ve bina kalıntıları bugune kadar sağlam kalmıştır.
Nasıl Gidilir: Araba ile Derik'e 14 Km batısında bulunan Hisaraltı Köyü'ne, Köyden de yaklaşık bir km kuzeye doğru yürüyerek kale ve şehir harabelerine ulaşılır.
Kale ve vadideki şehir kalıntısı muteşem görüntüsü ile adete davetkar bir misafir perver evsahibi görüntüsünde olup, kesinlikle görülmeye değer bir tarihi mirastır.
DERAMETİNAN KALESİ
Yakın dönemlere kadar Derik ilçe sınırlarında iken, kalenin bulunduğu Gümüşyuva köyü daha sonra Mazıdağı ilçesine bağlamıştır. Derametinan kalesi Derik'in 20 Km kuzey batısında Gümüşyuva köyünde bulunmaktadır.
Kale Bizanslılar devrinde 150 metre yüksekliğinde bir tepenin üst düzlüğünde kervan yoluna hakim bir noktada yapılmıştır. 8 burçlu gözetleme kulesi mevcuttur. Kuzeye açılan tek kapısı mevcut olup bu kapıdan genişçe kale meydanına varılır. Kalenin içinde su sarnıçları, erzak ambarları ve ev kalıntıları bulunmaktadır. Bugün harap bir şekilde olan kalenin gözetleme kulesi 20, burçlar 15, surlar ise 10 metre yüksekliğindedir.
Eskiden kalenin bulunduğu bölgede altın ve gümüş çıkarıldığı, bu günlere kadar uzanan rivayetlerde söylenmektedir.
KANCO ŞATOSU
Derik ilçesinin güney batısında 30 km uzağındadır. Kasr avrupalıların şato, Türklerin konak dedikleri biçimde müstahkem tarzdaki yapılardır. Eskiden asayiş temini zordu ve derebeyliklerin birbirlerine karşı husumetleri de vardı.Sık sık birbirlerinin topraklarına saldırır çatışmalar yaparlardı. Onun için bu kasırlar bir küçük kale gibi çok müstahkem inşa edilirlerdi.Bu tip kasırlar Urfa ve Mardin bölgesinde pek çoktu. Bu gün yalnız Kesra Kenco olarak bilenen şato tam olarak muhafaza edilmektedir.
Mardin - Urfa yolunun 67. km' sinden sola ayrılan 1 km sonra Kesra Kenco'ya ulaşılır.Kesr hicri 1120-miladi 1705'te inşa edildiği ve hicri 1320-miladi 1905 yılında Hüsén'é Kenco tarafından yenilendiğini kapı üzerindeki hitabeden anlaşılmaktadır. Kesr 300 m çevresinde etrafı dört köşe surla çevrilerek müstahkem bir kale şeklinde inşa edilmiştir.Kesr'ı çevreleyen surun kalınlığı 80-90 cm dir. Şatonun dört köşesine dışardan gelecek olan tehlikeleri gözlemlemek amacıyla birer gözetleme kulesi inşa edilmiştir. Kuzey ve batıda olmak üzere iki kapısı vardır.
Esas bina dört katlı tonus usulü taşla inşa edilmiştir. Odalar genellikle tonuslu sütunlar üzerinde yarım kavisli kemerlerle tavana, bu kemerler üzerine birer iç kubbe halinde toplanarak her dört hattın üstü kesme taşlarla dam örtülüdür. Dam kısmının dört yönünde birer gözetleme kuleleri vardır.Dört katın duvarlarına ve damın üzerindeki 1.5 -2 m'lik ihate duvarının etrafına yarım metre de bir mazgal deliği konulmuştur.Müdafaa için tedbirler alınmış, kesr'ın 2.katında bugün kiler olarak kullanılan ve ifadelere göre, eskiden cami olduğu bildirilen bir odanın kapı kısmı da dahil, yan pervazeler siyah bazalt taşından yekpare olarak çıkarılmıştır. Üst kısmına konan yekpare bir taş üzerine bir iki satır eski roma çivi yazısı görülmüştür.
Kapı 30 cm kalınlığındadır. Kapının taştan olmasına rağmen o kadar kolaylıkla açılıp kapanıyor ki, bir insan tek parmağı ile hareket ettirebiliyor. İfadelere göre,bu taş kesr'ın doğusunda ve 3 km uzağında bulunan kerküşti harabelerinden çıkarılarak getirilmiş ve buraya yerleştirilmiştir. Taş kapı eski roma kiliselerinin kapılarından bir tanesidir.
DERİNSU MAĞARASI
Derinsu Köyü'nde bulunan mağaranın doğal bir yapısı bulunmaktadır. Ovuk kısmı doğal olaylar sonucu oluşan mağaranın nasıl ve ne kadar sürede şimdiki şeklini aldığı bilinmemektedir. Mağaranın içindeki göl şeklindeki su, akarsu oluşturarak çeltik tarlalarına akar. Gölün genişliği 13, uzunluğu da yaklaşık 30 M dır. Mağaranın tavanının ortasında bulunan bir yarıktan ikinci bir mağaraya geçilir. Üsteki mağara daha önce köylüler tarafından soğuk hava deposu olarak kullanılmakta iken, zamanla teknolojik gelişmelerin kolaylıklarına alışan köylüler tarafından bu amaçla kullanılmamaktadır.
Mağaradan çıkan su yazın çok düşük sıcaklık derecesine sahip olduğundan İçecek ve bazı yiyeceklerin soğutulmasında , sıcak havalarda buharlaşan suyun soğuk neminden insanlar mağarada dinlenerek adeta doğal bir klima serinliği şeklinde faydalanmaktadırlar.
Nasıl Gidilir: Derinsu Köyü Derik ilçe merkezinin batısında yer alıp, 24 Km uzaklıktadır.
Derinsu Mağarası Derik'in mutlaka görülmesi gereken doğal güzelliklerinden biridir.
Ola ki sıcak bir yaz günü yolunuz Derinsu Köyüne düşerse ve sıcaktan bunalmış bir halde iseniz, anlatıklarımızda ne kadar haklı olduğumuzu ve doğanın insanlara ne kadar özveride bulunduğunu göreceksiniz....
FİTTAR HARABELERİ
Derik ilçesinin bugünkü adıyla Pınarcık (Fıtné) Köyünde bulunmaktadır. Harabeler ilçenin 13 km kuzeybatı yönündedir. Kuzeyden güneye doğru uzayan,gittikçe genişleyen bir vadi içinde 1 km uzunluğunda, 500 m genişliğinde büyük bir şehir kalıntısı vardır.
Harabeler arasında saray,kilise ve bir çok bina kalıntıları halen mevcudiyetini muhafaza etmektedir.Bilhassa büyük kilise harabesini gösteren tarafta üzerinde haç işaretleri bulunan büyük yekpare taşların maharetle yerleştirilmesi ve insan gücü üzerinde yapılan inşaatlarda kullanılan taşlar üst üste yerleştirilmesi ve bu şekilde birbirlerine kaynatılmış gibi yekpare taşlarla büyük binaların meydana getirilmesi görülmeye değer bir durum arz etmektedir.
Bu şekilde yapı ve mimari tarzını ancak Bizans (roma) stillerinde görüldüğü ve fittar şehrininde Bizans (roma) devrinden kalma bir harabelik olduğu sanılmaktadır. Fittar şehride gerek doğa gerekse define avcıları ve hırsızları karşısında boyun eğmiş ve harabe adı ile anılır olmuştur.
MAZİDAĞI
Mazıdağı, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nin Dicle Bölümünde Mardin ilinin 47Km kuzeybatısında, 1030-1090 metre yükseklikte ve adını aldığı dairevi dağlar serisinin orta yerindeki düzlükte kurulmuştur. Daha önceleri Savur ve Derik ilçelerine bağlı bir bucak iken 9 Haziran 1937 tarihinde ilçe statüsünü almıştır. İlçe 869 Km lik bir alana sahip olup, 50 köy ve 14 mezrası bulunmaktadır.
İlçede genel olarak halkın geçin kaynağı tarım ve hayvancılık faaliyetle-ridir. Ancak ilçe merkezinin 17 Km kuzeybatısındaki fosfat yataklarının 1976 yılından sonra işletilmeye başlanması ile önemli bir çalışma alanı durumunu almıştır.
İlçe, Ulaşım koşulları bakı-mından yetersiz bir durum göstermektedir. İlçeyi köy-lerine bağlayan yollar mevcutsa da yolların büyük kısmı toprak tesviye ve ham yol olduğundan kış aylarında ulaşım güçleşmek-tedir. Derik; ilçesine 24 Km ,Mardin iline 47 Km ve Diyarbakır iline ise 72 Km'lik asfalt bir yolla bağlanmıştır.
Mazıdağı ilçesinin tarihi özel olarak araştırılmamış ancak yakın çevresindeki büyük yerleşim yerlerinin tarihinden elde edilen bilgiler ışığında açıklanabilmektedir. Buna göre ilçe merkezinin bir yerleşim yeri olması Bizanslılara kadar uzanmaktadır.İlçenin eski adı ' Şamrah " olup yerleşim yerinin Çam yolu üzerinde olması nedeni ile bu ismi almıştır. İlçenin 3 Km güneybatısındaki sarp bir tepenin üzerinde kalıntılarına rastlanan Safran Kalesi ve kalenin çevresindeki harabelerden anlaşıldığına göre,Bizanslılar döneminde Diyarbakırı Şama bağlayan yol üzerinde kurulma olan bu yerleşim yerinin halkı Süryani dinine mensup idi. V. ve VI. yüzyılda Sasaniler ile Bizanslılar arasındaki savaşlarda Mardin ile birlikte bu iki kavim arasında bir kaç kez el değiştirmiş olan Şamrah VII. yüzyılda Arapların eline geçmiş Hıristiyan Halkın büyük bir kısmı .Müslümanlığı kabul etmiştir. Süryani olarak kalan kesimi se 1392' de Timur'un istilasından sonra Mardine göç etmiştir.
Yavuz Sultan Selim 1514 de Şah İsmail'e karşı kazandığı Çaldıran savaşından kısa bir süre sonra D.Bakır ve Mardin illerini ele geçirmek ile bu yerleşim yerlerini de Osmanlı Devletine katmış oluyordu.
Ayrıca şu anda harabe durumunda bulunan Derametinan kalesi çok eski bir yapı olduğu,Timurlenk tarafından Mardin ve Diyarbakırın alınışı sırasında bölgeye yaptığı keşifte ve kendisine geçit vermeyen Derametinan kalesinin fethini istemişti. Kale 150 Metre yüksekliğinde bir tepenin üzerinde kartal yuvası gibi kurulmuş güneyden kuzeye doğru uzanan vadiye ve kervan yoluna hakim durumda idi. Timurun orduları kaleyi ancak 20 günde zaptederek geçit sağlayabilmişlerdir.Kalede 150 kişilik bir kuvvet bulunmakta ve saldırılara karşı koyabilecek bir tarzda inşaa edilmiştir.Bir Bizans eseri olan bu kale günümüzde bir harabe durumunda bulunmaktadır.
İlçe sakinlerinin daha önceleri Hıristiyan olduğu ve burada çeşitli aile guruplarının yaşamış oldukları bilinmektedir. Bunlar Cançoyi, Yakupli, Bileçki ve Hani ile Kulptan gelenler ile birlikte dört ayrı aile gurubu olarak günümüz kadar bu sosyal yapıyı sürdüregelmislerdir.
Mazıdağı ilçesi daha önce Savur ilçesine ,ardından da Derik ilçesine bağlı bir nahiye iken 9 Haziran 1937 yılında ilçe statüsüne getirtilmiştir. İlçe "Şamrah" ismini Diyarbakır dan Şam'a giden kervan yolu üzerinde oluşu nedeni ile almıştır. " Şamrah " Kelimesi Şama giden yol anlamındadır. Mazıdağı ismi ise ,etrafının dağlarla çevrili olması ve bu dağların mazı ağaçları ile kaplı oluşundan almıştır.
2000 Yılında yapılan Nüfus tespitine göre ilçemizin toplam nüfusu 32.443 'tür.13.102 'i ilçe Merkezinde,19.341 'i Köylerimizde yaşamaktadır
DARGEÇİT
Dargeçit ilçesi, ülkemizde eski ve yeni uygarlıkların iç içe yaşadığı nadir ilçelerden biridir. Yukarı Mezopotamya uygarlığının merkezlerinden olan Dargeçit, kuruluş yeri ve mimari özellikleri olarak dünyada eşine çok az rastlanan bir yapıya sahiptir.
Hıristiyanlık öncesi ve sonrası çağlara ait uygarlık eserlerin, Türk İslam kültürü ile kaynaşarak günümüze kadar gelmesi,güzel bir sentezin ifadesi olarak görülebilir.
Dargeçit ve havalisine ait elde mevcut tarihi belgelerden en eskileri Asur Kralı I.Adad Nirari ve oğlu I.Salmanasır zamanlarına rastlar. Bu iki hükümdar devrinden kalma "Kaşairi Dağları " adı ile anılan mıntıkanın Tur Abidin, yani Mardin-Dargeçit bölgesi olduğu bilinmektedir. Bu havali ile ilgili diğer bir coğrafi deyim "İzala" dır. Bölgede bulunan çivi yazılı tabletlerde ve Bizans, Roma kaynaklarında Mardin-Dargeçit eşiğinin güney yamaçları İzala olarak tabir edilir. Milattan sonra II.yüzyılda Yunan yazarlarından Arrianus ve Ptolemaevs bahsedilen Masios dağı da Mardin-Dargeçit arasındaki coğrafi bölgeden bahsetmektedir.Milatan sonra IV.yy tarihçilerinden Antakyalı Ammianus Mercellinus eserlerinde Mardin-Dargeçit arasındaki coğrafi bölgeden bahsetmektedir.Bu da Dargeçit tarihinin çok eskilere dayandığını göstermektedir.
Dargeçit ilçesinin tarihi, Türklerin Ortaasya'dan göçüp Anadolu'ya gelmeleri ile başlar. Orta Asya'dan göç eden Türklerin bir kısmı Mezopotamya dediğimiz Dicle ve Fırat nehirleri arasında kalan yere yerleşmişlerdir. Anadolu'ya gelen Türkler "Eti" Türkleridir. Etiler(Hititler) Orta Asya'da iken çobanlık ve tarımla uğraştıklarından gittikleri yerlerde de bu işle uğraşmak için verimli toprakları ve su boylarında kendine yurt edinirler. Eti devletini kuran Mitanni'ler bölgeden geçerlerken, hayvanlarına barınak yeri yapmışlardır. Daha sonra Orta Asya Türklerinin öncü göçebeleri olan konuk Türkler bölgeyi ele geçirmişlerdir. Konuklar asırlar boyunca hakim olmayı başarmışlardır.
Milattan önce 500-1000 yılları arasında bölge bir çok kavimlerin istilasına uğramıştır.Makedonyalılar, Persler, Romalılar, bölgeden gelip geçmişlerdir. Dargeçit ilçesinin asıl meskun bir hale yani bölge olarak kuruluşu bu devreye ve özellikle "Selefkuslar" devrinden başlar. Milattan sonra 5.yy kadar Hıristiyanlığın bölgeye hakim olduğu görülür. Ancak İslamiyet'in yayılışı ile birlikte Arap akınları başlamış, VII.yy' da Halit İbn-i Velid komutasındaki Arap orduları bu bölgeyi ele geçirmişlerdir. Abbasilerin bölgeye hakim olmalarıyla imar hareketine başlamış, Harun Reşit zamanında Dargeçit ve köylerinin çoğu kurulmuştur.
Milattan sonra X.yy'da Büyük Selçuklu devletinin yıkılışı ile birlikte bölgeye Artuk'lular hakim olur. Melik Sökmen devrinde (II.yy) Artuklu devleti gelişerek batıda Halep, doğuda Musul ve Bitlis, kuzeyde Harput (Elazığ), güneyde Darzoru'ya kadar hakim olur.
1401 yılında Timur'un Mardin'i istila edip Artuklu hükümdarı Sultan İsa'yı esir alıp Semarkant' a götürmesinden sonra Artuklu devletinin bölgedeki hakimiyeti sona erer. Timur, Sultan İsa'yı vergi ödemek şartıyla bırakmıştır.
Dargeçit ilçesi 1986 yılına kadar Mardin ilinin Midyat ilçesine bağlı bir nahiye iken 1987 yılında çıkarılan 3392 sayılı kanunla Midyat ilçesinden ayrılarak ilçe statüsünü kazanmıştır.
Dargeçit, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin güneyindeki Mardin iline bağlı şirin bir ilçe merkezidir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 550 km2'dir.Ortalama rakım 900m civarındadır.Doğusunda Şırnak ilinin Güçlükonak ilçesi, batısında Midyat, Kuzeyinde Batman iline bağlı Gerçüş, güneyinde ise Şırnak iline bağlı İdil ilçesi bulunmaktadır.
2000 yılında yapılan nüfus sayımı sonuçlarına göre Dargeçit ilçesi genel nüfusu 26.240 'dır. 1990 yılından sonra göç eden köylerin ilçe merkezine yerleşmesiyle ilçe merkezinin nüfusu artmıştır.
SAVUR
Savur İlçesi tarihi bir dokuya sahip, Mardine benzeyen şirin bir ilçedir. Dağ yamacına kurulu hükümran konumu ve binalardaki taş işçiliğinin mükemmelliğiyle dikkat çeker. Mezopotamyaya hakim olan kavimler burayı da etkilemişlerdir. İlçenin tarihi Etilere kadar uzanmaktadır. Roma ve Bizans İmparatorluğu hakimiyetinin, Sasani ve Melikşah dönemlerini yaşamış olan ilçemiz il merkezine 47 km. uzaklıktadır. Savur ilçesinin merkezi, Kalesi, Kaya evleri, Eski Ulu Camii, Romaniye ve Mor Yuhanın(Dereiçi Köyü) Kiliseleri, Türbeler ve Başkavak Köprüsü ile adeda usta bir el tarafından işlenmiş tarihi bir site görünümündedir.
2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 11.240'tır. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 29.866'dır. Mevcut nüfusun %27'si şehir merkezinde geriye kalan %73'ü ise kırsal kesimde yaşamaktadır.
İlçede, biri merkez ilçe olmak üzere Pınardere, Sürgücü, Yeşilalan kasabalarında dört belediye idaresi vardır.
Kavakçılık, tahıl ekimi, bağcılık, sebzecilik önemli gelir kaynaklarıdır. Fıstık ve kiraz yetiştiriciliği gelecek vaadetmektedir. Yörenin tek Şarap Fabrikası atıl durumdadır. Savur, dünyaca ünlü üzümler diyarıdır.
YEŞİLLİ
Köklü bir tarih, genç bir ilçe, cennetin güzel meyvelerini kıskandıran kiraz bolluğu ve misafirperverlik... Mardin merkezinin kuzeydoğusunda yer alan Yeşilli, doğanın cömertçe oluşturduğu yemyeşil bir vadinin içinde mesire yerleriyle ün salmış bir ilçemizdir. Romalılar devrinde yapılmış su kanalları, çeşmeler, bentler ve değirmenler görülmeye değerdir. Bahçe kültürü son derece gelişkin olan ilçede yeşillikler içinde kasırlara rastlamak mümkündür.
2000 yılı Genel Nüfus Sayımına göre ilçenin nüfusu 30.000'dir. İlçeye bağlı kasaba belediyeleri ve köylerin nüfusu 2.337'tür. Mevcut nüfusun %93'ü şehir merkezinde geriye kalan %7'si ise kırsal kesimde yaşamaktadır.
TELKARİ
SADECE MİDYAT'A ÖZGÜDÜR TELKARİ EL EMEĞİ GÖZ NURU ENFEZ BİR SANAT ANLAYIŞI
Telkari'ye aynı zamanda 'vav işi' de denilmektedir. Bu isim, Osmanlıca
vav harfinin, uygulamada motif olarak sıkça kullanılmasından dolayı verilmiştir. Ayrıca bu sanata çift işi diyenler de vardır. Bu ismin kaynağı ise, işin yapımı sırasında parçaların teker teker biraraya getirilmesinde kullanılan, cımbıza benzer, ancak ucu daha ince olan ve 'çiff ' olarak isimlendirilen alettir. Bu iki isim de genellikle sanatkarlar, arasında kullanılır.
Bir çok geleneksel sanatımızda olduğu gibi, telkaride de sanatkar işinde kullanacağı her türlü malzemeyi kendisi yapmak zorundadır. Yani, usta telkaride kullanacağı telleri kendi atölyesinde hammaddeden elde etmektedir. Öyle ise biz de, bu sanat dalımızı anlatmaya, kullanılacak telin yapımıyla başlayabiliriz.
Ocakta pota içerisinde eritilen maden (bu işte en çok kullanılan maden gümüştür, bazen altın ve başka madenler de kullanılır) çubuk haline getirilmek için kalıba dökülür. Yapılacak işin şekline göre çubuk döküm, üzerinde genişten dara doğru delikleri olan çelikten yapılmış haddeden geçirilir.
Çalışmaya önce muntaç yapımıyla, yani ana iskelet kurularak başlanır. Muntaçın tel kalınlığı motiflerin tel kalınlığının iki katıdır. Muntaçdan soma ara boşluklar teker teker büyük bir titizlik ve sabır ile doldurulur. Bütün bu çalışmalar, ceviz ağacından kesilmiş düz yüzeyli bir levha üzerinde yapılır. Bu ceviz levha, üst yüzü yakılarak yağı alındıktan soma, ağır demir levhalar altında iki-üç gün bekletilerek kullanılacak hale getirilir. Son zamanlarda, ceviz levha yerine iletken özellikleri zayıf, yanmaz amyant levhalar da kullanılmaktadır
Bazı kaynaklar, ana iskeletin kurulmasında tellerin 'lehim'le birleştirildiğinden özetmektedirler. Bu bütünüyle yanlıştır. Çünkü bir gümüş işine lehim değdi mi, o iş hurdaya atılır. Lehim gümüşü çürütür.Gümüş tellerin birleştirilmesinde kullanılması gereken yöntem 'kaynak' tır. Mili metrik tellerin kaynak yapılması çok güçtür. Çünkü ısı biraz fazla kaçırılırsa telin kendisi erir. Dolayısıyla bu çalışma büyük titizlik ve sabır ister. Bunun için önce, ayarı belli bir ölçüde düşürülen gümüş, eğelenerek küçük tanecikler halinde bir güderi parçası içine toplanır. Eğelenmiş gümüş bir kaba konur ve içerisine toz boraks katılır. Suya daldırıldıktan soma amyant üzerine yerleştirilen ana iskeletin her bir parçası bu gümüş-boraks karışımı ile kaynak yapılarak birleştirilir.
İskeletin yapımından sonra motif yerleştirme işi, aynı şekilde kaynak yöntemiyle devam eder. Ancak motif yapımı uzun zaman alır. Bu yapım sırasında da büyük bir titizlik ve sabır gereklidir.
Telkariden yapılan işler sayılamayacak kadar çeşitlidirler. Mesela sigara ağızlıklarından, tütün kutusundan, fincan zarflarından tutun da çeşitli tepsiler, kemerler, tepelikler, aynalar hep telkari tekniği ile yapılmışlardır. Bu sanatın kaynağının Mezopotamya ve eski Mısır olduğu sanılmaktadır. Buralardan Uzak Doğuya, başka bir koldan ise Anadolu'ya ve Anadolu üzerinden de Avrupa'ya yayıldığı bilinmektedir.
Yurdumuzda ise en önemli telkari merkezi Mardin'in Midyat ilçesi olmuştur. Midyat işleri son derece zarif ve kıymetlidirler.
Etiketler:
Akarsu,
bakım,
Duruca,
gezi,
Gezi Rehberi,
gümüş,
kilise,
konaklama,
kozmik,
kozmik bakım,
kozmikbakım,
manastır,
Mardin İlinin,
seyahat,
Seyahat Rehberi,
tarih,
Tarihi ve Turistik Yerleri,
telkari,
Travel,
turizm
27 Ağustos 2012 Pazartesi
Kilis İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Kale Kilis'in 24 km. kuzeyinde bulunan Polateli ilçesine bağlı Ravanda Köyünün yanındadır. Etrafı açık, ufuklara hakim bir dağın sivri tepesine kurulmuştur.Dağın tepesi oyulmak suretiyle yapılan kalenin bugün ayakta kalan kısmı, iç kaledir. Anadolu, Suriye, Mezopotamya arasında yer alan oldukça büyük bir höyüktür.
21 Ağustos 2012 Salı
Kayseri İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Orta Anadolu’nun ticâret ve sanâyi merkezi, kara ile demiryollarının kavşak noktası olan Kayseri tabiî güzellikleri yanında çok zengin târihî eserlere sâhiptir. Çok eski bir yerleşim merkezi olduğundan pekçok târihî eser ve yeri vardır. Bunların en önemlileri Selçuklu veOsmanlı devrine âit olanlardır. Selçuklu eserleri Konya’dan sonra en çok Kayseri’dedir. Selçuklu ve Osmanlı devri eserleri görülmeye değer güzellikte birer sanat şâheserleridir.
Önemlilerinden bâzıları:
Zamantı Kalesi: Pınarbaşı yakınındadır.
Şahmelik Kalesi: Develi ilçesinin Şahmelik köyü yakınlarındadır. Romalılar döneminde yapılan kale, Bizanslılar tarafından da kullanılmıştır. Günümüzde harab vaziyettedir.
Yeşilhisar Kalesi: Adıyla anılan ilçededir.
Develi Kalesi: Develi ilçesinin batısında sarp kaya üzerine yapılmıştır. Harab vaziyettedir.
Hunad Hâtun Külliyesi: Anadolu Selçukluları devrinde yapılan ilk külliyelerdendir. 1238’de Birinci Keykubad’ın eşi Mahperi Hunad Hâtun tarafından yaptırılmıştır. Külliye, câmi, medrese, türbe ve hamamdan meydana gelmiştir. Câmi minâresizdir. Minâresi ve büyük kubbe de İkinci Abdülhamîd Han zamanında yaptırılmıştır. Külliye, taş işçiliği şâheseridir. Hamam 1968’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından tâmir ettirilmiştir.
Kölük Câmii ve Medresesi: On üçüncü asır Selçuklu eseridir. 1205 senesinde Selçuklu kumandanlarından Mazaffereddîn Mahmûd’un kızı Atsız Elti Hâtun yaptırmıştır. 1335’te depremden zarar gören yapıyı Kölük Şemseddîn tâmir ettirdiği için onun ismi ile anılmaktadır. Câminin mihrabı ve çinileri çok meşhurdur. Medrese iki katlıdır.
Hacı Kılıç Câmii ve Medresesi: Selçuklu vezirlerinden Ebû Kâsım Ali Tûsî 1242-1249 arasında yaptırmıştır. Câmi ve medresenin giriş kapıları nefis taş işçiliğinin güzel örneklerindendir. Câmi dışardan kale gibi gözükür. Sarı ve siyah taştan yapılmıştır.
Kurşunlu Câmi: 1585’te yapılmıştır. Osmanlı devrine âittir. Asıl ismi Hacı Ahmed Paşa Câmiidir. Mîmar Sinan’ın eserleri arasında yer almaktadır. Hacı Ahmed Paşa, kaptân-ı deryâ idi. Kubbesi kurşundan olduğu için bu isim verilmiştir. Câmi külliyesinde kervansaray aşhâne, paşa odaları, medrese odaları ve şadırvan vardır.
Fâtih Sultan Mehmed Câmii: 1478’de Fâtih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Kale içinde olduğundan Kale Câmii olarak da bilinir.
Lalapaşa Câmii: Muslihiddîn Paşa tarafından 1308’de yaptırılmıştır. Lâle Câmii de denir. Minberi eşi bulunmaz bir şâheserdir. Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın hediye ettiği muhâfazada sakal-ı şerîf bulunmaktadır.
Develi Ulu Câmi: Develi ilçesindedir. 1281’de Göçer Araslan ve eşi Saad tarafından yaptırılmıştır. Mihrabı çok süslüdür.
Avgunlu Medresesi: On üçüncü asırda yapılmıştır. Medrese, Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından yeniden restore edilmiştir.
Sâhibiye Medresesi: 1267’de Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata yaptırmıştır. Kapısını çevreleyen geometrik işlemeler Selçuklu taş işçiliğinin en güzel örneklerindendir.
Köşk Medrese: 1341’de Alâeddîn Eratna tarafından yaptırılmıştır. Kesme taştandır. Avlunun ortasında bir türbe vardır. Türbede Alâeddîn Eratna ve hanımı gömülüdür.
Hâtuniye Medresesi: 1432’de Dulkadiroğullarından Nâsıreddîn Mehmed bin Halil tarafından yaptırılmıştır. Kapısının yanında sivri kemerli iki güzel çeşme vardır.
Çifte Medrese(Şifaiye Gıyâsiye Medresesi): Biri medrese biri hastâne olmak üzere, bitişik iki yapıdan meydana gelmiştir. Dünyada ilk tıp fakültesidir. 1205’te Selçuklu Sultanı Gıyâseddîn Keyhüsrev kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan adına vasiyeti üzerine vakıf olarak yaptırmıştır. Kapısı ince işlemeleri ile Selçuklu taş işçiliğinin ilginç örneklerindendir. Hastâne kısmının duvarına bitişik Gevher Nesibe Sultan Türbesi vardır.
Keykubadiye Sarayları: Alâeddin Keykubâd’ın 1224’te yaptırdığı yazlık binâlardır. Küçük bir gölün kıyısında üç köşkten meydana gelmiştir.
Sultan Hanı: Kayseri-Sivas yolunda, Palaş köyündedir. Kitâbesinden 1236’da yapıldığı anlaşılmaktadır. Avlusunda kare plânlı köşk mescid vardır. Konya Sultan Hanından daha büyüktür.
Tekgöz Köprüsü: Kayseri-Ankara yolunda Kızılırmak üzerindedir. Kitâbesinden 1203’te Rükneddîn Süleymân tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Uzunluğu 120 m genişliği 27 metredir.
Karatay Hanı: Kayseri-Malatya yolundadır. Atabey Emir Celâleddîn tarafından 1240 senesinde yaptırılmıştır. Bezemeli kapısı çok güzeldir.
Çifte Kümbet: 1247’de Sultan Birinci Keykubad, eşi Melîke Âdile için yaptırmıştır. Sivas Caddesi üzerindedir. Kare kaide üstünde sekizgen gövdeli kümbetin pramit külahı yıkılmıştır.
Döner Kümbet: Kayseri-Talas arasındadır. 1276 senesinde BirinciAlâeddîn Keykubâd’ın kızı Şah Cihan Hâtun için yapılmıştır. 12 köşeli olup, üstü koni biçiminde bir külah ile örtülüdür. Sarımsı kesme taştan yapılmıştır. Bitki motifleri ve geometrik motiflerle süslüdür. Kümbete iki yönlü dar bir merdivenle çıkılır.
Melik Gâzi Türbesi: Pınarbaşı ilçesine bağlı Melik Gâzi köyündedir. On ikinci asırda yapılmıştır. İki katlı olup, alt katta lahid odası, üst katta ise sandukaların bulunduğu oda vardır. Türbenin dış yüzü tuğlalarla kaplıdır. Tuğlalar geometrik desenler biçiminde dizilerek güzel bir görünüm kazandırılmıştır.
Eski eserler: Kayseri’nin 20 km kuzeydoğusunda bulunan Kültepe, Hitit ve Asurlulara âit 4000 senelik bir yerleşim merkezidir. Eski adı “Kaniş” (Kaneş) idi. Kazılarda binlerce tablet bulunmuştur. Bu antik şehrin kalıntıları da vardır. Asurlu tüccarların bir kolonisiydi. Burada bronz ve bakır çağ devirlerine âit eserler de bulunmuştur. Karum: Kültepe yakınlarında eski bir Hitit ve Asur kenti kalıntısıdır. Erkilet: Hititlere âit bir kentin harâbeleridir. Soğanlı Harâbeleri: Roma devrine âit kiliseler vardır. Bu harâbeler Erdemli, Doğanlı, Araplı ve Göreme’dekilerle aynı özelliği taşır. Başköy’deki büyük kiliseye yer altı kanalları ile bağlıdır. Hepsi fresklerle süslüdür. Kayabaşı Mağaraları: Bünyan ilçesi yakınında olup, ilk çağlara âit sanat izleri bulunur. Roma Mezarı: Sahabiye Medresesi yanında M.Ö. üçüncü asra ve Romalılara âit bir mezardır. Fraktın Yazılı Kabartmalar: Develi ilçesi Fraktın köyü yakınında kayalar üzerinde Hititlere âit yazı ve resimlerdir. İmamkullu Kabartmaları: Develi ilçesinin İmamkullu köyü yakınındadır. Büyük bir kaya (Şimşek Kaya) üzerine yazılmış hiyeroglif yazılar ve kabartma resimler Hititlere âittir. Yemliha Kartalı: Kayseri müzesinde bir Hitit eseridir. Yekpâre granit taştan yapılmıştır. 2 metre 20 cm yükseklikte ve 4 ton ağırlıktadır.
Tabiî güzellikler:
Kayseri’de tabiî güzelliği ile meşhur pekçok mesire yeri vardır. Başlıca mesire yerleri şunlardır:
Erciyes Dağı: Zirvesi devamlı karla örtülü ve İç Anadolu’nun en yüksek dağı olan Erciyes Dağı ve eteklerinde manzarası ve tabiî güzelliği fevkalâde olan mesire yerleri vardır. Ayrıca dağ, kayak sporlarına müsâittir. Erciyes ve Tekir yaylası kış aylarında dağcılık ve kış sporları merkezi özelliğini taşırken, yaz aylarında ideal bir dinlenme yeridir. Çeşitli tesisler, yüzme havuzu, telesiyej yanında dağ evi vardır. Uludağ’dan sonra Türkiye’nin en büyük kış sporları merkezidir. Bağlar: Merkez ilçe ile Erkilet, Gesi, Talas ve Hisarcık arasındadır. Boğaz Köprü: İl merkezinin batısında 20 km mesâfede bulunan bu mesire yeri Karasu yanındadır. Gesi: Tabii bir dinlenme, yeridir. Bağları türkülere konu olmuştur. Talas: Şehre 7 km mesâfededir. Hisarcık: Park ve yüzme havuzu vardır. Dağ evi, su, yeşillik, güneş ve devamlı rüzgâr ile eşsiz bir mesire yeridir. Hisarcık, dağ evine gitmek isteyenlerin geçtiği bir mesire yeridir. Mimar Sinan Parkı ile İnönü Parkı: Şehrin içindedir. Geniş bir sahaya yayılmıştır.
Kapuzbaşı Şelâlesi: Kayseri’ye 170 km mesâfede, ilin güney sınırındadır. Torosların Hacer bölgesinde, yüksekliği yer yer 70 ilâ 150 metreyi bulan kayalardan çıkıp aynı adlı bir çayı meydana getiren şelâleler, Kayseri ve civârının en önemli tabiat harikalarından birisidir. Bir vâdide yükselen kayalıklara eski Türkçede “kapuz” adı verildiği için şelâleler bu adla anılmaktadır. Türklerin bahar mevsiminde buraya gelip şelâlelerin başında kopuz çaldıkları için bu adı aldığını nakledenler de vardır. Yedi ayrı kaynaktan çıkan sular, meydana getirdikleri şelâleler ile seyredenleri âdeta büyülemektedir.
Kaplıca ve içmeleri:
Kayseri ili içme ve kaplıca bakımından oldukça zengindir. Önemli ve meşhur kaplıcaları şunlardır:
Bayramhacı Kaplıcası: Kayseri’ye 80 km uzaklıkta Bayramhacı köyü yakınlarındadır. Romatizmal rahatsızlıklara, gut hastalığına ve dolaşım sistemi rahatsızlıklarında faydalıdır. İçme kürleri karaciğer ve safrakesesi hastalıklarına iyi gelir. Kaplıca yanında tesisleri vardır.
Yeşilhisar İçmesi: Yeşilhisar ilçesine 11 km uzaklıkta, Kayseri-Niğde yolu üzerindedir. Mîde ve barsak rahatsızlıklarına faydalıdır. Kaplıca yanında tesisleri vardır.
Tekgöz Kaplıcası: Yemliha köyündedir. Çok eski zamanlardan beri kullanılan bu kaplıca nevralji, yarım felç, kırık ve çıkık ile kadın hastalıklarına iyi gelmektedir.
Hasanarpa Mâden Suyu: İl merkezine 12 km uzaklıkta Hasanarpa köyündedir. Mîde, karaciğer ve böbrek hastalıklarına iyi gelir.
Etiketler:
bakım,
Gesi,
gezi,
konaklama,
kozmik,
kozmik bakım,
kozmikbakım,
Külliye,
Merkez ilçe ile Erkilet,
seyahat,
Seyahat Rehberi,
Talas,
tarih,
Tarihi ve turistik yerler,
taş işçiliği şâheseridir,
Travel,
turist,
turizm
14 Ağustos 2012 Salı
Isparta İlinin Tarihi ve Turistik Yerleri
Isparta ili, tabiî güzellikleri, târihî zenginlikleri, ulaşım kolaylığı, gül ve kiraz bahçeleri, gölleri, balık ve av hayvanları ve meşhur halıları ile turistik bir şehrimizdir.
Hızırbey Câmii: 1312’de HamidoğullarındanHızır Bey yaptırmıştır.Keçeci Mahallesinde bulunan câmi, 1889 zelzelesinde yıkılmış, daha sonra tekrar yaptırılmıştır.
Kutlu Bey Câmii:1415’te Hamidoğullarının Isparta Subaşısı Kutlu Bey tarafından yaptırılmıştır.Çarşı içinde olan câmi, 1914 zelzelesinde yıkılmış daha sonra yaptırılmıştır.
İplik Câmii:1550’de Isparta eşrafından Hacı Abdi Ağa tarafından yaptırılmıştır.Hacı Abdi Ağa Câmii olarak da bilinir.İplikPazarı semtindedir. 1781’de sadrâzam HalilHamid Paşa tâmir ettirmiş ve câminin yanına bir kütüphâne yaptırmıştır.Kütüphânede nâdir yazma eserler ve 14 bin cilt eser vardır. 1914 zelzelesinde büyük hasar görmüş olup, 1917’de yeniden ve iki katlı olarak yapılmıştır.
Firdevs BeyCâmii: 1561’de Isparta vâlisi FirdevsBey tarafından yaptırılmıştır. 1914 zelzelesinde zarar görmeyen câmilerden biridir.MîmârSinân tarafından inşâ edildiği için Mîmâr SinânCâmii olarak da bilinir. 1783’te sadrâzam Halil Hamid Paşa tâmir ettirmiştir.
Atabey Ertokuş Medresesi: Atabey ilçesindedir. 1224’te MübârizüddînErtokuş yaptırmıştır. 1964’te tâmir ettirilen medresenin yanında Gâzi Ertokuş’un türbesi vardır.
Dündar Bey Medresesi: Eğirdir ilçesindedir. 1119’da Kılıçarslan tarafından yaptırılmıştır. 30 oda, 1 mescid, 2 dershâne ve hamam vardır.Nakışlı ve süslü mermer taştan yapılmıştır.Türk mîmârlık ve süsleme sanatının eşsiz şâheserlerindendir. İki katlı olan medreseden günümüze sâdece bir katı kalmıştır.
FirdevsBey Bedesteni: 1561’de FirdevsBey Câmiine gelir getirmek için yapılmıştır. 1967’de tâmir gören bedesten kapalı çarşı olarak kullanılmaktadır.
Eğirdir Kalesi:Üç tarafı göl sularıyla çevrili kasaba karadan surlarla çevrilidir.İç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelmiştir.Kale yıkık vaziyettedir.İç kalenin 10-15 metrelik kısmı sağlamdır.
Uluborlu Kalesi:Kapıdağ’ın yamacında yapılmıştır. Doğusu çok dik ve sarptır.İç ve dış kaleden meydana gelmiştir.Ne zaman ve kimin tarafından yapıldığı belli değildir.
Mesîre Yerleri: Isparta, tabiî güzellikler bakımından oldukça zengin bir ildir.
Gölcük:İl merkezinin güneybatısında Hisartepe’de yer alan ve çevresi ağaçlarla kaplı krater gölü olup, il merkezine 13 km uzaklıktadır.
Eğirdir Gölü:Türkiye’nin Abant’tan sonra en güzel göllerinden biridir.Isparta’nın orta kısmında, dağlar arasında ormanlık bir sahada yer alır.Göl suları temiz ve durudur.
Kovada Gölü Parkı:Gölün etrâfı fevkalâde güzel manzaralıdır.Göl çevresi millî park îlân edilmiş olup, çınar, meşe ve kızılçam ağaçları ile doludur.Gölde irili ufaklı adacıklar vardır.
Kuyucak:Keçiborlu-Senirkent karayolu üzerinde dinlenme yeridir.
Kızıldağ Millî Parkı: Şarkikaraağaç ilçesindedir. Ormanlık bir sahadır.Kızıldağ ile BeyşehirGölü arasında erozyonla aşınarak değişik arâzi şekilleri meydana gelmiştir.
İçmeler ve kaplıcalar: Isparta şifâlı sular bakımından çok zengin bir il değildir. Bilinen içmeler ve kaplıcaları şunlardır:
Sinap (Sav) Suyu: İl merkezine 8 km uzaklıkta Sav köyü yakınlarındadır.İçme olarak kullanılır.
Değirmendere İçmesi:Keçiborlu’ya 2 km uzaklıkta Değirmendere köyü yakınlarındadır.Mîde hastalıklarına iyi geldiği söyleniyorsa da, suda bulunan serbest kükürt asidi yüzünden içilmemesi tavsiye edilmektedir.
Tota İçmesi: Isparta-Eğirdir yolu üzerinde Tota ormanları içindedir. Mîde ve barsak hastalıklarına iyi gelmektedir.
Kükürtlü Kaynar Suyu: Keçiborlu’ya 4 km uzaklıktadır. Banyo ve çamur kürleri cilt hastalıkları tedâvisinde faydalıdır.
Etiketler:
bakım,
balık ve av hayvanları,
gezi,
gölleri,
gül ve kiraz bahçeleri,
Isparta ili,
konalama,
kozmik,
kozmik bakım,
kozmikbakım,
meşhur halıları,
rehber,
seyahat,
Seyahat Rehberi,
tabiî güzellikleri,
tarih,
târihî zenginlikleri,
turist,
turizm,
ulaşım kolaylığı
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)